ROGER GARAUDY
İsrail
Mitler ve Terör
[ 1 ] [ 2 ] [ 3 ] [ 4 ] [ 5 ] [ 6 ] [ 7 ] [ 8 ]
[ 8 ]
[229]
3. "İsrail mucizesi" efsanesi:
İsrail'in dış finansmanı
"Yahudi yumrugunun güca,
azerini kaplayan Amerika'nın
çelik eldiveninden ve bu eldivenin
içinde astar vazifesi gören dolarlardan gelir. "
Yeşayahu Leibowitz, Yahudilik ve
İsrail / Judaïsme et Israël, s. 253.
Almanya tarafından İsrail devletine ödenen paralarla ilgili olarak, sözü tazminat tutarı konusunda baş müzakereci olarak bulunmuş olan Nahum Goldman'a bırakıyorum. Nahum Goldman, 23 Nisan 1971'de, bu tarihten iki sene önce, Altı Gün Savaşı sonrasında, onun ricası üzerine, Nasır nezdinde yerine getirmiş olduğum özel görevlerden dolayı teşekkür etmek üzere, bana adamış olduğu "Terceme-i Hal"inde bu müzakerelerin ayrıntılarını anlatır:
"1951 yılı başında, Dört Müttefik'e iki nota vererek ilk defa sahneye çıktı. Bu notalar yeni Almanya tarafından ödenmesi gereken zarar ve ziyanlarla ilgili Yahudi isteklerini içeriyordu. Yarısı Batı, yarısı da Doğu Almanya tarafından ödenmek üzere bu miktar bir buçuk milyar doları buluyordu. Bu yekun şu hesaplamaya dayanıyordu:
İsrail yaklaşık beş yüz bin Yahudi'ye kucak açtı, bir firarinin ekonomiye yeniden girmesi ise yaklaşık üç bin dolar masrafı gerektiriyordu. Bu kurbanları nazizmden kurtardığı ve devlet olarak
[230] çok ağır bir malî yükü omuzlamak zorunda kaldığı için, İsrail kendi halkı adına bu isteklerin yerine getirilmesinde kendini hak sahibi görüyordu. Gerçi bunun yasal bir dayanağı yoktu, zira nazi rejimi sırasında Yahudi devleti mevcut değildi" (s. 262).
"İşte bu hal ve şartlar altında, İsrail Dışişleri Bakanı, Filistin için jews Agency'nin başkanı olmam sıfatıyla, 1951 yazında bana müracaat etti ve benden Amerika Birleşik Devletleri, Britanya Commonwealth ülkeleri ve Fransa'daki büyük Yahudi örgütlerini, İsrail'in isteklerini desteklemek ve bunları kabul ettirmek için bir çare bulmak üzere bir konferansa davet etmemi istedi" (s. 263).
"Öngördüğümüz müzakerelerin çok özel bir mahiyette olması gerekiyordu. Bu müzakerelerin hiçbir hukukî dayanağı yoktu..." (s. 268).
"Büyük bir cesaret ve asaletle, Federal Almanya Başbakanı bir milyar dolarlık miktarı tartışmaya temel olarak kabul etmişti. Fakat ben böylesi büyük bir rakama karşı hükümet içinde hasım bir kesimin oluşmakta olduğunu biliyordum. Bunlar arasında siyasî partilerin liderleri, bankacılar ve sanayiciler de vardı. Çok çeşitli taraflardan bana söz konusu rakama yakın bir meblağ üzerinde bile anlaşmaya varmaya güvenmemin boş olacağı tekrarlandı durdu."
"Almanlar ile Claims Conference heyeti arasındaki görüşmelerin ilk safhasında, zarar ve ziyanı ödeme ve tazminatı düzenleyen mevzuat konusunda genel bir mutabakata varıldı. Beş yüz milyon markıık bir tutara yükselen genel hak isteği meselesi bir ileriki safhaya bırakıldı..."
"Uzun konuşmalardan sonra, görüşmelerin bu kısmı, İsrail'in üç milyar markıık (bu, bizim istediğimizden yüzde 25 daha az bir miktar idi) bir isteğinin hükümet nezdinde tavsiye edilmesini taahhüt eden Alman heyetinin oluruyla sonuçlandı" (s. 272).
"Bonn'a 3 Temmuz'da tekrar gitmek zorunda kaldım ve orada şu tavizi verdim: Beş yüz milyonun yüzde 10'u nazizmin Yahudi
[231] olmayan kurbanlarına tahsis edilecek ve bu para bizzat ALman hükümeti tarafından dağıtılacaktı" (s. 282).
"... anlaşmalar 10 Eylül 1952'de Lüxembourg'da imzalanacak; şansölye Almanya'yı temsil edecekti, Moşe Şaret İsrail'i ve ben de Claims Conference'ı" (s. 283).
"... Alman ödemeleri şu son yıllarda İsrail'in ekonomik sıçrama yapmasında kesin bir etken olmuştur. Eğer Almanya taahhütlerini yerine getirmeseydi, ekonomisinin kritik anlarında, İsrail'in kaderi ne olurdu bilmem. Demiryolları, telefonlar, liman inşaatlan, sulama sistemleri, sanayi ve tarımın bütün kolları, AImanların tazminatı olmasaydı şimdiki hallerinde olamazlardı. Son olarak, nazizm kurbanı yüzbinlerce Yahudi, bu son senelerde tazminat kanunu adı altında önemli meblâğlar aldı" (s. 286).
"Geldiğim günün sabahı, İsrail Başbakanı David Ben Gurion'un yanına gittim, kendisi bana muzaffer bir eda ile yaklaştı ve şöyle dedi: "Sen ve ben, biri İsrail devletinin kurulması, diğeri Almanya ile anlaşmanın imzalanması olmak üzere, iki mucizeyi yaşama mutluluğuna erdik. Birincisinin sorumlusu ben oldum, ikincisinin de sen" (s. 284).
Kaynak: Nahum Goldman: Autobiographie, Ed. Fayard, Paris, 1969.
Kitaplarından bir başkasında, The Jewish Paradox'ta, Nahum Goldman sadece Almanya ile müzakereleri anlatmaz, Avusturya'dan ve Şansölye Raab'dan "tazminat"ı nasıl kopardığını da hikâye eder. Şansölye 'ye "Yahudiler'e tazminat ödemelisiniz!" der.
— "Fakat biz de Almanya'nın kurbanı olduk!" der Raab.
Ve Goldman bunun üzerine şu tehditte bulunur: "Bu durumda, Viyana'nın en büyük sinemasını kiralayacak ve orada her gün Alman ordularının ve Hitler'in Mart 1938'de Viyana'ya girişlerini gösteren filmi oynatacağım."
Raab o zaman "Tamam, paranızı alacaksınız!" der.
İstenilen miktar 30 milyon dolardı. Çok geçmeden Goldman
[232] geri gelir: "30 milyon daha lâzım!"
— "Ama, der Raab, sadece 30 milyon üzerinde anlaşmıştık."
"Şimdi, daha fazlasını vermeniz gerekiyor!" der, Goldman ve istediği parayı alır. Üçüncü defa gelir ve aynı miktarı tekrar alır (31. 8507).
Hem ekonomik plânda, hem de, çoğunlukla kullanılan dev Calut (Goliath) karşısına sapanıyla dikilen küçük bir Davud imajını gülünç duruma sokan İsrail devletinin (nükleer dahil) devâsâ silâhlanmasında, bazılarının "İsrail mucizesi" diye adlandırdıkları şeyin başka iki finansman kaynağı da oldu. Günümüzdeki savaşlarda kuvvet, seferber edilebilen askerlerin miktarıyla değil, aksine ordunun teknik techizatıyla ölçülüyar. Ülkenin üzerine boşanan malî yardım seli sayesinde İsrail ordusu, bütün Arap ülkelerinin toplam askerî kudretinden sonsuz derecede üstün bir vurucu güce sahip bulunuyor.
"Tazminatlar"dan ayrı olarak İsrail, silâh ve para bakımından fiilen sınırsız bir ikmal ve destek görmektedir. Bu ikmal ve destek, çok güçlü lobisinin apayrı bir nüfuza sahip bulunduğu özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nden gelmekte ve artı "Diaspora", yani dünyaya yayılmış Yahudi cemaatlerinin yaptıkları bağışlardan sağlanmaktadır.
Dönemin I˙srail Maliye Bakanı Pinhas Sapir, 1967'de Kudüs'te, "Milyarder Yahudiler Konferansı(!)"nda, I˙srail'in 1949 ile 1966 yılları arasında 7 milyar dolar bag˘ıs¸ aldıg˘ını açıkladı.
Kaynak: "The Israeli Economist", Eylül 1967, No 9.
İsrail Başbakanlık özel kalem müdürü Doktor Yaakov Herzog, yaptıkları toplantıların gayesini şöyle belirtir: "İsrail'e en önemli yatırımları nasıl çekmek gerektiğini tetkik etmek ve dışarıda ikamet eden Yahudi sermaye sahiplerini, doğrudan doğruya sorumluluk ve bir iştirak hissi taşımaları için, İsrail'in ekonomisine sıkı bir şekilde karıştırmak... Şimdi yeni bir şey plânlıyoruz : Yabancılar içinde asimilasyona uğramaya karşı yapılan mücadele
[233] çerçevesinde, Diaspora'nın İsrail ile özdeşleştirilmesi doğrultusunda bir çeşit muhteşem bir diyalog."
Bu gayret hayli para getirici bir işlem olarak kendini gösterdi, çünkü Amerikan Yahudi örgütleri her sene İsrail'e ortalama bir milyar dolar gönderiyorlar. ("Hayrî" olarak görülen bu yardımlar, bağış yapanın vergi borcundan düşülebiliyor. Yani bunlar, Amerikan vergi yükümlülerinin sırtlarına yükleniyar, isterse bu yardımlar İsrail'in "savaş çabası"na omuz vermiş olsun... Fakat asıl yardım, doğrudan doğruya Amerika devletinden gelmektedir ve bu "yardım" senelik üç milyar doların üstüne çıkmaktadır).
Bu -resmî- yardımın yarısına yakını bağışlar ve çok çabuk "unutulmuş" olan "ödünçler"den meydana geliyor... Geri kalanı, İsrail'in dış borcuna eklenmektedir, ki bu borç hızla artmakta ve günümüzde yirmi milyar dolara yaklaşmaktadır. Yani kişi başına onalama beş bin dolar gibi benzersiz bir rakamıbulmaktadır.
Bu yıllık yardımın esasını silah teslimleri oluşturuyor. Çarpıcı niteliğini sınırlamaya özen gösteren ve halkın tenkitlerini önlemek isteyen Kongre, bu askerî yardımlar için 1976 yılında, Arms Export Control Act'ı içinde özel bir finansman tarzıöngörmüş bulunmaktadır.
Bu dış malî desteklerin anlamını daha iyi kavrayabilmek için, şunu hatırlamak yeter: 1948 ile 1954 arasında Batı Avrupa 'ya ayrılan Marshall yardımı, onüç milyar dolara ulaşmıştır. Buna kıyas edersek, iki milyondan daha az nüfusa sahip İsrail devleti, iki yüz milyon Avrupalı'nın aldığı yardımın yarısını almıştır. Bu ise, kişi başına Avrupalılar'dan yüz kat daha fazla yardım demektir.
I˙kinci mukayese unsuru: 1951-1959 dönemi süresince "az gelis¸mis¸ ülkeler"in aldıkları yıllık ortalama yardım 3 milyar 164 milyon doları as¸mamıs¸tır. Oysa I˙srail (aynı dönemde), 1 milyon 700 bin nüfusuyla, 400 milyon dolar almıs¸tır. Bunun
[234] anlamı, yerkürenin "az gelişmiş" nüfusunun binde biri kadar olan İsrail, toplam yardımın onda birine konmuştur. İki milyon İsrailli, iki milyarlık Üçüncü Dünya'dan, fen başına, yüz kat daha fazlasına sahip olmuştur.
Yine açık mukayese örnekleri sunmak için belinelim: İsrail tarafından onsekiz yılda bağış olarak alınan yedi milyar dolar, komşu Arap ülkeler (Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün) bütününün çalışmasının yıllık millî gelir toplamından daha fazlasına tekabül eder. İsrail'in komşusu olan bütün bu ülkelerin 1965 yılındaki toplam millî geliri altı milyar idi.
Sadece Amerika'nın katkısı hesaba katıldığında görülür ki, Amerika Birleşik Devletleri 1948'den 1967'ye kadar her İsrailli'ye 435 dolar ve her Arab'a da 36 dolar vermiştir. Yahut bir başka anlatımla, nüfusun yüzde 2.5'uğuna, geri kalan yüzde 97.5'a verilen yardımın yüzde 30'u veriliyor.
Kaynak: "Uzun vadede milletlerarası sermaye akıs¸ı ve kamu yardımları" (1951-1959)
içinde yayımlanan Birles¸mis¸ Milletler istatistiklerine göre. Alıntılayan:
Georges Corm, "İsrail'in Finanslan", (IPS, 1968).Fakat İsrail devletinin finansman yöntemleri daha da ihtiraslı ve iddialıdır. Nitekim bu yöntemler arasında, bu devlet lehine, yatırımların yönlendirileceği bir dünya finans ağı oluşturmak da bulunmaktadır. (Bu fikir 1967'de yapılan ilk "Milyarder Yahudiler Konferansı" münasebetiyle onaya atılmıştır).
Paris II. Üniversitesi'ne, Jacques Bendelac tarafından sunulmuş ve "İsrail'in Dış Fonları" başlığıyla neşredilmiş yeni bir doktora tezi, İsrail'in bu değişik finans yönleri hakkında, itiraz edilemeyecek kesin kaynaklardan alınmış net rakamlar vermektedir.
Kaynak: Jacques Bendélac: Les fonds extérieurs
d'Israël, Ed. Economica, Paris, 1982.Yazar, asıl itibariyle, Diaspora'nın katkıları ile Amerikan
[235] hükümetinin doğrudan yardımı arasındaki ilişkilerin incelenmesi üzerine eğiliyor.
Bu ilişkilerin gelişimini şu şekilde belirliyor: "Yakın bir tarihe (70'li yıllara) kadar Diaspora İsrail sermayesinin başlıca temin edicisi idiyse de, şimdiki eğilim, Amerikan hükümet yardımının (senede yaklaşık 2 milyar dolar), Diaspora'nın malî katkı larını (yılda yaklaşık 900 milyon dolar) hayli gerilerde bıraktığınıgösteriyor."
Nitekim, 1980 vergi yılı için, I˙srail yararına bir milyar dolarlık silâh satıs¸ izni verilmis¸tir. Fakat, bu teslimler yapılır yapılmaz, miktarın yarısı -ödünç s¸ekli altında verilen bes¸ yüz milyonu- silinmis¸ti... ve geri kalanı I˙srail'in Amerikan hükümetine olan borcunu biraz daha s¸is¸irmis¸ oluyordu... Geri ödemesi için on seneden fazla bir sürelik bir mühletten yararlanılan bir borç. Ayrıca, 1973'ten beri I˙srail'in ekonomik durumunun devamlı vahim hal alması göz önüne alındıg˘ında, bu geri ödemeler, tediyeler Amerika Birles¸ik Devletleri tarafından artan yeni bir yardımla derhal telâfi edildikleri ölçüde, hayalîdir.
Kaynak: T. StaufIer, Christian Science Monitor, 20 Aralık 1981.
Daha önce de, İsrail'in 1956'da Mısır'a saldırması sırasında, Amerika'nın silâh yönünden katkısı devâsâ boyutlardaydı; siyonist Michel Bar Zohar yazar: "Haziran ayından itibaren, son derece gizli bir anlaşma uyarınca, çok miktarda silâh, araç ve gereçler İsrail'e akmaya başladı. Bu silah teslimatı ne Washington, ne Ortadoğu'daki güç dengesini gözetlemekle görevli İngiliz-Fransız- Amerikan örgütü, ne de Fransa ile Arap müşterileri arasında kalmış olan bağları da koparıp atacak olan, İsrail ile fazla riskli bir yakınlaşmaya son derece karşı Quai d'Orsay (Fransa Dışişleri Bakanlığı) tarafından tanınacaktı."
Kaynak: Michel Bar Zohar: Ben Gurion,
Silâhlı Peygamber / Ben Gourion, le Prophète
armé, Ed. Fayard, Paris, 1966, Bölüm 27.İkinci bir malî kaynak, İsrail'in devlet bonolarıyla oluşturuldu.
[236] Dış ülkelerde bunlar dolar üzerinden satıldı, fakat geri ödemeleri ve faizleri İsrail parasıyla yapıldı.
Bu bonolar (bunların 1951'de yüzde 99.8'i Amerika Birleşik Devletleri'nde ve 1978'de yüzde 80'i yine aynı ülkede satıldı) İsrail ekonomisinin hizmetine 5 milyar dolardan fazla imkân sundu.
Kaynak: State of Israel Bonds, Jerusalem-
New-York, America. Jewish Yearbook,
1972, s.273; 1978, s. 205; 1980, s. 153."Bağışlar" ile "bonolar" arasında, siyonist devlet 1948'den 1982'ye kadar yaklaşık onbir buçuk milyar dolar elde etti.
Kaynak: Statistical Abstract of Israel
(yıllık) ve Bank of Israel, Annual Reports.Böyle bir başarı ve böylesi bir etkililik, Bendélac'ın "iktidar ile finans dünyası arasındaki gizli anlaşma" adını verdiği şeyi siyonist hareketin içine dahil eder. Mösyö Bendelac, 1982 Fransa'sı için, bunun çarpıcı bir örneğini verir:
"Guy de Rothschild, Birles¸ik Yahudi Sosyal Fonu ve A.U.J.F. bas¸kanıdır ;
David de Rothschild, F.5.j.U. veznedarı ve Yahudi Ajansı Yönetim Konseyi'nin Fransız üyesidir ;
Alain de Rothschild, Fransa'daki Yahudi Kurumları Temsil Konseyi ve Merkez Yahudi Hahamlar Kurulu başkanlığı yaptı ;
Elie de Rothschild, A.U.J.F. ıcra Komitesi başkanıdır ;
Edmond de Rothschild, İsrail Bonoları Avrupa Teşkilatı başkanıdır ;
Son olarak Alix de Rotschild, "Aliya des jeunes'''ün dünya başkanı idi."
Kaynak: Bendélac, age., s. 76.
Fakat Amerikan hükümetine karşı bağımlılık, özellikle de 70'li yıllardan beri, daha da büyüktür.
"Altı Gün Savaşı sırasında, dış açık 700 milyon dolara ulaştı ve yetmiş li yılların başında bir milyarı aştı. Dünya Yahudiliği'nin
[237] malî desteği, İsrail ekonomisinin sermaye ihtiyacını gidermeye artık yetmiyordu. O yüzden, Amerikan hükümetinin yardımına başvurulması gerekti. Amerika da ilkin askerî krediler sağladı, sonra Kippur savaşının ardından, yardımını ekonomi sektörüne de yaydı. Amerikan hükümetinin bu sermaye katkısı, İsrail'in dış borcunun şaşırtıcı bir artışı ile kendini gösterdi. ülkenin dış borcu 1982 yılında 20 milyar doları aşıyordu. Böylece, yetmişli yılların başından beri, Diaspora'nın malî yardımının bozulması, İsrail'in ekonomik bağımlılığının iki yönüne göre tahlil edilebilir: Amerikan hükümetinin yardımı ve dış borcun ağırlığı."
Kaynak: Bendélac, age., s. 79.
1948'den bu yana, Amerikan hükümetinin İsrail'e yardımı, 18 milyar dolar civarına ulaşmıştır. Bu yardım, üçte ikisi askerî gayelere tahsis edilmek üzere, ödünçler ve bağışlar arasında eşit kısımlara ayrılmıştır.
Kaynak: 1977'ye kadar: Hazine, dış mübadelelerin
taksimi. 1978'den 8l'e: Amerika Birles¸ik
Devletleri Büyükelçiligi (Tel-Aviv).Bu yardımın hızı baş döndürücüdür: 1975'e kadar genellikle 100 milyon dolardan ve 1981'e kadar da 2 milyar dolardan aşağıdır. Ocak 1985'te İsrail devleti, 8 yıllığına Il,milyar dolar daha ister.
Dış borca gelince, 1973'te 6 milyar doları aşar, 1976'da 10 milyarı bulur, 1 Ocak 1981'de ise 17 milyara fırlar, yani kişi başına 4.350 dolarlık rekor bir borç yükü!
Yardım, özellikle havacılıkla ilgili olarak (sözgelimi, İsrail Uçak Sanayii F-4 ve F-15 uçakları için yedek parça imalatı mukaveleleri yapmaktadır), ikinci elden müteahhitlik kontratlarıyla arttıkça anar.
Nihayet, ekonomik yardım, İsrail'in Amerika'ya ihracatına sağlanan kolaylıkları da kapsamaktadır. İsrail, "gelişmekte olan ülkeler"in tercihli tarifesinden yararlanmakta ve bu sayede ihracatının yüzde 96'sını (bir milyar dolar) Amerika Birleşik
[238] Devletleri'ne her türlü vergiden muaf olarak yapmaktadır.
Kısacası, siyonist İsrail devletinin karakterini tarife bir tek rakam yeter: Amerika'dan tek başına aldığı resmî "yardım" tutarı, fert başına 1.000 dolardan fazlasına denktir. Bunun anlamı ise, zaten Mısır ve pek çok Afrika ülkesinin fert başına düşen gayri safi millî hasılanın üç katından fazla olan, kendi millî gelirine ilâve edilmiş bir bahşiş demektir.
İbni Meymun'un İmanı / La Foi de Maimonide (Fransızca'ya 1992'de çevrilmiş ve Paris'te Cerf Yayınları arasında çıkmıştır) hakkında çok önemli bir eser yazan ve yirmi yıl boyunca ıbrani Ansiklopedisi'nin telifini yöneten, Kudüs İbrani Üniversitesi'nden Profesör Yeşayahu Leibowitz, Kudüs'te 1987'de İbranca yayımlanan (ve Fransızca'ya, ölümünden az önce 1993'te tercüme edilip Desclée de Brouwer Yayınları arasında çıkan) İsrail ve Yahudilik /Israël et judaïsme kitabında, 1934'ten beri Filistin'de yaşayan dindar siyonist inancı içinde incinmiş bir Yahudi'nin bakış açısıyla, siyasî siyonizm hakkındaki görüşünü şöyle özetler:
"Bizim sistemimiz temelden çürümüştür" (s. 255). Bu da iki sebepten ötürüdür:
1 - "Felâket, her şeyin Millet ve Devlet meselesine bağlı olmasından ileri geliyor" (s. 182). Eğer Devlet ve Millet, başlı başına bir gaye olarak ele alınıyorsa, o zaman "Yahudilik reddedilmiştir, çünkü en önemli olan İsrail Devleti'dir" (s. 182).
"Milliyetçilik insanın cevherinin imha edilmesidir" (s. 182). "İsrail devleti, bir ordusu olan bir devlet değil, aksine bir devleti olan bir ordudur" (s. 31).
2 - Amerika Birleşik Devletleri karşısında bu devletin bağımlılığı "Bizde toptan yıkım bir tek gecede başgösterebilir: Bütün varlığımızı Amerikan ekonomik yardımına bağlayan kusursuz aptallığın sonucu olacaktır bu" (s. 225).
"Amerikalılar burayla sadece Tsahal üniforması altında bir Amerikan paralı askerleri ordusunu ayakta tutmak düşüncesiyle
[239] ilgileniyorlar" (s. 226). "Yahudi yumruğunun gücü, üzelini kaplayan Amerika'nın çelik eldiveninden ve bu eldivenin içinde astar vazifesi gören dolarlardan gelir" (s. 253).
[241]
Sonuç
a) İnsan'm İnsanlaşması safhaları olarak
efsanelerin iyi kullanımı hakkında
Bütün halklar, yazının bile icadından önce, bazen bir takım gerçek olaylara dayanan, fakat kökenlerinin, sosyal örgütlerinin, dinî ibadetlerinin, liderlerin iktidar kaynaklarının veya cemaatin gelecek projelerinin ekseriya şairane bir belgesini vermek gibi anak bir özellik taşıyan sözlü gelenekler oluşturdular.
Bir ilâhın veya efsanevî bir atanın başarılarının hikâyesinden hareketle, ayrıca kendi tecrübesinden veya umutlarından doğmuş olan somut örnekler yardımıyla, yetkilerinin ve görevlerinin, halihazırdaki durumunu aşma yeteneğinin bilincine varan İnsanın büyük başkaldırış anlarını anlatan bu büyük efsaneler, insanın insanlaşması destanInı belirler ve yönl endirirler. lnsan bu efsaneler sayesinde, bütün mutluluk ve "kurtuluş" hülyalarının gerçekleşeği gelecekteki en son hali aksettirir.
[242]
Çeşitli kıtalardan alınma birkaç örnekle sınırlı kalalım: Hindistan'ın Ramayana'sı, kahramanı Rama ve eşi Sitra'nın imtihanları ve zaferlerinin hikâyesi aracılığıyla, bize en üstün erkek ve kadın modelini, onların şeref duygusunu, lekesiz bir hayatın icaplarına sadakat nümunesini verir. Destanın kahramanı Rama'nın ismi bile, Ram adı verilen Tanrı'nın ismine yakındır. Bu efsanenin kudreti öylesine etkilidir ki, hikâyenin de çok ötelerine uzanır ve hayatlarının ufkuna insanın muhteşem bir resmini çizerek halkların hayatına binlerce yıl ilham kaynağı olur. Nitekim, en güzel sözlü gelenekleri yazıyla bir araya toplayan Valmiki'nin tesbit ettiği nüshadan asırlar sonra, ıs. yüzyılda, şair Tulsidas, Ramayana'yı, insanî yükseliş ve yücelişin bu bitmek bilmez şiirini, derin mistik bakış açısından hareketle, yeniden yazacak ve Gandi can çekişirken katiline hayır dua edeceği zaman, dudaklarından dökülecek olan son söz Ram ismi olacaktır.Bhagavad Gita'da en yüksek nokta olan Mahabaratha için de aynı şey söz konusudur. Burada Hükümdar Arjuna, Kurukşetra Savaşı'nın tam ortasında, kendi kendine hayatın ve savaşlarının anlamının nihâî sorusunu sorar.
Bir başka medeniyette, yani insanın tabiatla, diğer insanlarla ve Allah ile olan münasebetleriyle ilgili başka bir anlayışiçinde yer alan İlyada (ki bu destanın bütün sözlü halk gelenekleri bir yazara atfedilmiştir. Bunlara yazılı bir şekil veren de Homer olmuştur. Tıpkı Ramayana için Valmiki'nin söz konusu olduğu gibi), insan hakkında çizilebilecek en yüce numuneyi aksettirir. Bunu da, sözgelimi, Hektor'un şahsiyeti aracılığıyla verir. Hektor, halkının selâmeti için önceden kararlaştırılmış olan ölüme doğru şaşmaz adımlarla yürür.
Aynı şekilde Eşil'in "Promete"si, iki bin yıl sonra, 19. yüzyılda, Shelley'in "Zincirinden Boşanmış Promete"si ile, özgürlükçü mücadelelerin ululuğunun ebedi sembolü haline gelecektir. Tıpkı Antigon'un şu "yazılı olmayan kanunlar"a çağırması
[243] gibi. Bu çağrının yankısı, "yukarda yaşamak"tan, yazılanların, iktidarların ve kanunların daha yukarısında olmayı anlayan bütün insanların kafasında ve kalbinde çınlamaya devam etmektedir.
Afrika'nın, Kaydara gibi, dinî esrarı içinde barındıran büyük efsaneleri de böyledir. Kaydara'yı, büyücü ve şairlerin sözlü geleneğinden alıp yazıya geçiren Hampate Ba, ister istemez Afrika'nın Homer veya Valmiki'si olmuştur. Aztek kabilelerinin Toplu Göç'ü ile ilgili anonim yazarlar da yukarıdaki efasenelerde yapılanların aynılarını yapmışlardır. Bütün hayatı boyunca, 19. yüzyıl Avrupa'sının bütün niyetlerinin efsanesini "Faust"ta olgunlaştıran Goethe de öyle. Prens Mışkin karakteriyle, "Budala" romanında, modern hayatın bütün putlarını kıran, Hazreti İsa'nın hayatının yeni bir yorumunu yazan Dostoyevski de aynı yoldadır. Dostoyevski'nin yaptığı, Ermiş Şövalye Don Quichotte'un maceraları aracılığıyla Hz. İsa'nın hayatının bir başka yorumuna benzemektedir. O Ermiş Şövalye, paranın yeni bir hükümranlığının doğduğunu gören bir asrın bütün kurumlarıyla cesaretini kaybetmeksizin habire çarpışır. Böylesi bir asırda, korku ve ayıplanma nedir bilmeden yapılacak bir âlicenaplık, artık sadece gülünçlük ve başarısızlıkla sonuçlanabilirdi.
Bunlar, Victor Hugo ile birlikte insanların kalk borusunu bir kere daha çalan bu "Asırların Efsanesi"nden sadece birkaç örnektir.
Bu efsanelerin hepsi, insanlığın hakikî "kutsal tarih"ini, başarısız teşebbüsler aracılığıyla bile olsa, alışkanlıkları ve iktidarları aşmak için ortaya atılan insanın azametinin tarihini meydana getirir.
"Tarih" adı verilen şey, galipler, imparatorluk sahipleri, insanların dünyasını tahrip eden generaller, büyük bilim ve teknik mucitlerinin dehasını kendi iktisadî veya askerî egemenlik çıkarına tabi kılan yeryüzünün zenginliklerinin malî yağmacıları tarafından yazılmıştır.
[244]
Taş anıtlarda, kalelerde, zafer taklarında, saraylarda, şanlarına ithaf edilmiş kitabelerde, Ramses'in vahşiliklerinin çizgi romanı niteliği taşıyan Karnak'taki gibi taşa oyulmuş resimlerde kaydedilmiş olarak işte bu kimselerden izler kaldı. TıpkıHaçlılar'ın çığırtkanı Guibert de Nogent gibi vakanüvislerin övgülerle dolu hatıralarında veya jül Sezar'ın "Galya Savaşı" gibi açgözlü egemenlik anılarında yahut da Las Cases'in kibar kalemiyle, aldığından daha küçük bir Fransa bırakmış olan Napolyon'un zaferlerini övdüğü "Saint- Helene Hatıraları" gibi.Bu tarih, aynı zamanda, efsaneleri kendi zafer arabasına zincirleyerek, onları kendi hizmetinde kullanmaktan da çekinmez.
b) Tarih kılığındaki efsane ve siyasî kullanılışı
Bu İsrail Politikasının Kurucu Efsaneleri kitabının okuması ne dinî, ne de siyasî hiçbir karışıklık meydana getirmemelidir.
Tevrat'ın ve "tarihî kitaplar"ın (özellikle Yeşu, Samuel ve Krallar kitaplarının) siyonist yorumunun tenkidi, hiçbir şekilde Kitab-ı Mukaddes'in bir küçümsenişi ve onun insanlaşma ve insanın ilâhi yüceliğe erişme destanı konusuna kendi payına getirdiği açıklamaların bir horlanışı şeklinde değerlendirilemez. Hazreti İbrahim'in kurbanı, insanın geçici içgüdülerini ve kırılgan muhakemelerini, bunları göreceleştiren kayıtsız şartsız değerler adına aşmasının, onların ötesine geçmesinin ebedî bir modelidir. Aynı şekilde Mısır'dan Çıkış da, bütün köleliklerden kurtulmanın, Allah'ın hürriyete doğru karşı durulmaz çağrısının sembolü olarak devam edecektir.
Bizim reddettiğimiz nokta, bu metinlerin siyonist, kabileci ve milliyetçi okumalarıdır. Çünkü bu anlayış Allah'ın insanla, bütün insanlarla olan Ahdi ve herkesin kalbinde var oluşu gibi devâsâ bir düşünceyi basite indirgemek te ve bundan insanlık
[245] tarihinin şu en uğursuz fikrini çıkarmaktadır: Bütün hegemonyaları, bütün sömürgeleştirmeleri ve bütün katliâmları peşin peşin mazur ve hatta haklı gören, taraf tutan ve kısmî özellik taşıyan (ve bu haliyle bir put olan) bir Tanrı tarafından seçilmiş halk. Sanki dünyada, İbraniler'inkinden başka "Kutsal tarih" yok.
İçinde kaynağı verilmemiş hiçbir halkası bulunmayan benim bu delilli ispatlı tezimden, asla İsrail devletinin imhasıfikri çıkarılamaz, fakat sadece bu devletin artık kutsal bir devlet olarak görülmemesi gerektiği fikri çıkarılabilir. Zira o toprak da, başka hiçbir toprak da, asla vaad edilmemiş, her asırdaki tarihî güç oranlarına bağlı olarak, Fransa, Almanya veya Amerika Birleşik Devletleri toprakları gibi, yalnızca fethedilmiştir.
Söz konusu olan, top atışlarıyla tarihi sonsuza dek yeniden yapmak değil, sadece orman kanunu ilişkilerini ebedileştirmeyen milletlerarası bir kanunun herkes için tatbikini istemektir. Yakın Doğu'nun özel durumuna gelince, bütün mesele, son savaş ertesinde BM tarafından alınmış taksim kararlarını ve komşu ülkelerin hem sınır kemirmelerini, hem de sularına elkonulmasını önleyen ve işgal edilen toprakların boşaltılmasını gerektiren 242 sayılı kararı uygulama alanına sokmaktan ibarettir. Kanunsuz olarak işgal edilmiş bölgelerde, İsrail ordusu tarafından korunan yeni yerleşim birimleri açmak ve buralarda yaşayanları silâhlandırmak, bir işgali fiilen devam ettirmek demektir. Bu işgal, hakiki bir barışı ve eşit ve bağımsız iki halkın barışık ve sürekli bir ortaklaşa yaşayışını imkânsız hale getirmektedir. Bu barış, İbrahimî üç dinin buluşma yeri olan Kudüs'ün tek başına sahibi olma iddir"ı taşımaksızın, karşılıklı saygıyla sembolleşebilecektir.
* * *
Aynı şekilde, Holokost efsanesinin tenkidirii yapmak, kurbanların sayısının iç karartıcı bir muhasebesini yapmak demek
[246] değildir. Dininden veya etnik bağından ötürü tek bir kişi bile zulme uğramış olsaydı, bu zulüm, bütün insanlığa karşı işlenmiş bir suç olmaktan geri kalmazdı.
Fakat birilerinin ıstırabının, bütün diğerlerinin ıstırabıyla kıyas kabul etmeyecek kadar büyük olduğunu ispatlamak ve bunu ("Holokost" gibi kelimeye dini bir anlam yükleyerek) kutsal bir hale sokmak için, keyfi olarak şişirilmiş rakamların, cinayetlerin işlendikleri sırada mevcut olmayan bir millet tarafından siyasi yönden istismar edilmesi, en vahşi soykırımıarı unutturmaya yönelik bir çabadan başka bir şey değildir.
Bu siyasi istismardan en büyük karı sağlayanlar, kendilerini tek kurbanlar olarak gösteren ve hemen ardından da bir İsrail devleti kuran siyonistler oldular. Bu savaşta 50 milyon insan ölmüş olmasına rağmen, İsrail devletini Hitlerciliğin hemen hemen yegane kurbanı gibi takdim ettiler ve böylelikle, bundan yola çıkarak, bu devletin her türlü iç ve dış zulümlerini meşru göstermek için, onu her türlü kanunun üstüne çıkardılar.
* * *
Bütün medya tarafından yayılan bu yalancı efsanelere inanmış ve mesela gaz odaları gaddarlığı ile öfkeden deliye dönmüş veya modern yorumundan tamamen habersiz olduğu için, Kitab-ı Mukaddes'in zahiri bir okumasından hareketle, bir seçilmiş halk'a yapılmış olan ilahi vaadlerin doğruluğundan emin olmuş, milyonlarca namuslu insanı kötü niyetli olarak suçlamak da söz konusu değildir. Dindar Hıristiyanlar, bin yıldan daha fazla bir süre (4. yüzyıldan Rönesans'a kadar), Constantin'in Papalık topraklarını Roma'daki Papa'ya "sunduğuna" inandılar. Bu yalan bin yıl devam etti.
Benim öz annem, iyi niyetli binlerce insan gibi, 2 Ağustos 1914 gecesi kanlı bir Haç'ın göğe doğru yükseldiğini gördü, kendi gözleriyle gördü. Ölünceye kadar da buna inandı.
[247]
Şu kitabımızın, Amerika tarafından kayıtsız şartsız desteklendiği için, şimdiye kadar 5 savaşın çıkmasına yol açan ve lobisinin Amerikan devleti ve dolayısıyla da dünya kamuoyu üzerindeki nüfuzu sebebiyle, dünyanın birliğine ve barışa karşı sürekli bir tehdit oluşturan siyonist bir efsanenin zararlarını herkesin görüp değerlendirebilmesi için gerekli öğeleri herkese sunmaktan başka gayesi yoktur.
c) Kalpazanlar ve eleştirmed tarih
Nihayet, bizim için önemli olan, bir dini veya bir cemaati gözden düşürmeye ve ona karşı kin ve zulüm çağrısı yapmaya yönelik bütün kalpazanlıklardan -en ufak bilgi için dahi, kaynak ve iddia ettiğimiz şeyin delilini sunmak suretiyle- kesin olarak uzak durmamızdı.
Bu tür aşağılamanın örneği, "Siyonizmin Protokolları"dır. Filistin, İlâhî Mesajlar Diyarı eserimde ben bu kitabın uydurma polisiye yöntemlerden ibaret olduğunu uzun uzadıya ispatladım (s. 206 ile 214 arası). Bunu yaparken de Henri Rollin'in 1939 yılında Çağımızın Kıyameti / L'Apocalypse de notre temps (Gallimard, 1939) kitabında yaptığı reddedilmez ve çürütülemez ispat ve delillerinden ilham aldım. Hitler bu kitabı1940'ta imha ettirdi, çünkü nazilerin Yahudi karşıtı propagandalarının en gözde âletlerinden birinin değerini sıfıra indiriyordu (yeniden basımı, Allia, 1991).
Henri Rollin, "Siyonizmin Protokolları"nın aşırıldığı iki kitabı ortaya çıkardı. Rusya İçişleri Bakanı Von Plevhe'nin güvenlik güçleri, yüzyılımızın başında, o iki eserden intihal ile söz konusu "Protokollar"ı uydurmuştu:
1 - Fransa'da, 1864 yılında, Maurice joly tarafından 3. Napolyon'a karşı yazılmış bir yergi kitabı: "Montesquieu ile Machiavel Arasında Cehennem Konuşmaları / Dialogue aux enfers entre Montesquieu et Machiavel." I˙mparator Napolyon'un
[248] diktatörlüğüne karşı yapılan ve her tür egemenlik siyasetine uygulanabilen bu kitaptaki bütün tenkitleri, "Protokollar"ın yazarı, paragraf paragraf, aynen kopye etmiş.
2 - Bir Rus muhaciri olan İlya Tsion tarafından, Rus Maliye Bakanı Kont Witte'e karşı yöneltilen bir deneme: "Mösyö Witte'in Diktatörlüğü Rusya'yı Nereye Götürüyor? / Où la dictature de M. Witte conduit la Russie?" 1895'te yazılmış olan bu eser de, daha önce Mösyö de Calonne'a karşı 1789'da kaleme alınmış yergi yazılarının olduğu gibi aşırılıp kopye edilmesiyle ortaya çıkmıştı. Bu kitaptaki tenkitler de maliye bakanlarının Milletlerarası Bankalar ile olan bütün ilişkilerine tatbik edilebilir. Özel bir duruma uygulandığında ise, Von Plevhe'nin nefret ettiği Witte ile hesaplaşmasını yansıtıyordu.
İğrenç türden bu polisiye roman maalesef geniş ölçüde kullanıldı (özellikle de, benim uzun zamandan beri ayıpladığım bazı Arap ülkeleri tarafından). Bu bakımdan da, siyonistlere ve İsrailliler'e, Ortadoğu'daki siyasetlerinin ve dünyadaki kendi baskı gruplarının her türlü eleştirisini, bu eleştiriyi yapanları o kalpazanlık işiyle özdeşleştirerek kınamak fırsatı verdi.
Onun için biz, delillerin ekseriya bıktırıcı zahmetinden yakasını kurtarıp bir an evvel sonuca varmada fazla aceleci okuru yormak ve bunaltmak pahasına da olsa, kaynaklarını vermediğimiz hiçbir tez ileri sürmedik.
* * *
Bir siyasetin hizmetine sunulmuş efsanelerle beraber onu da kutsallaştırma yoluna gitmeksizin, eleştirmeci tarihin söyleyebildikleri şeyleri özetleyelim.
Hitler, ırkçı ideolojisinden hareketle, ilk siyasî gösterilerinden itibaren komünizmden sonra Yahudildi hedef olarak aldı. Hitler kendisinin bas¸ vazifesinin komünizmi yok etmek oldug˘unu söylüyordu (o yüzden Hitler, "Batı demokrasilerinin",
[249] sanayiciler tarafından ona silâhlanma araçlarının tesliminden tutun da, politikacılarının, sözgelimi Münih'te, halklarını teslime kadar varan müsamaha ve tavizlerinden uzun süre yararlandı). Yahudiler'e karşı mücadelesinde ortaya attığı ilk bahaneler, zaten bir birine zıt şeylerdi. Nitekim bir yandan, Ekim İhtilâli'nin Yahudiler'in eseri olduğunu ve bu İhtilâl'in Yahudiler'in suç ortaklığıyla komünizmi Batı'ya yerleştirmek üzere Avrupa'yı tehdit ettiğini iddia ediyor ve dünya komünizminin ete kemiğe bürünmüş şekli olarak "Yahudi-Bolşevizm" temasını geliştiriyordu, diğer yandan ise, Yahudildi dünya kapitalizminin ete kemiğe bürünmüş şekli olarak ilân ediyordu.
Nasyonal Sosyalist Parti'nin programı çoktan ileri sürüyordu: "Bir Yahudi yurttaş olamaz."
Kaynak: P.S. 1708.
Böylelikle, müzikten bilime kadar kültürün bütün dallarındaki en şanlı evlâtlarından bazılarını, Yahudi dininden oldukları bahanesiyle ve din ile ırkı birbirine kasıtlı olarak karıştırmak suretiyle Alman milletinden dışlıyordu.
Şair Heine'ı inkâr eden ve dahi Einstein'ı kovan bu canavarca dışlamadan hareketle Hitler, henüz 1919'da, dostu Gemlich'e gönderdiği 16 Eylül tarihli bir mektupta, daha o zaman "son hedef" (letztes Ziel) adını verdiği şeyin "Yahudiler'in uzaklaştırılması" olduğunu belirtiyordu. Bu "son hedef'ten, tıpkı kendi yıkımına sebep olan "bolşevizm"e karşı mücadelesi gibi, ölünceye kadar vazgeçmeyecektir.
Politikasının sabitelerinden biri olan bu "Yahudiler'in uzaklaştırılması", siyaset mesleğinin iniş çıkışlarına göre çeşitli şekiller alacaktır.
İktidara gelir gelmez, kendisinin ekonomi bakanı, (siyonist) Yahudi Ajansı ile 28 Ağustos 1933'te, bir anlaşma imzalar, Alman Yahudiler'inin Filistin'e "nakli"ni (İbranca'sı "Haavara") kolaylaştıran anlaşma.
Kaynak: Broszat, Jacobsen, Krausnick:
Devlet S.S.lerinin Anatomisi / Anatomie des
S.S. Staates, Münih, 1982, c. 2, s. 263.[250]
İki sene sonra, 15 Eylül 1935 tarihli Nürnberg kanunları, Reich yurttaşlığı ve "kanın savunması" ile ilgili olarak 24 Şubat 1920 tarihinde Münih'te belirlenen Parti programının 4 ve 5. maddelerine yasal değer kazandırırlar. Her iki madde de, Kitab-ı Mukaddes'teki Ezra ve Nehemya örneğinden ilham alınarak düzenlenmiştir (İspanya'nın "Katalik kralları" da, 16. yüzyılda, aynı muameleyi "kan temizliği ("limpieza del sangre") bahanesiyle Yahudiler ve "Mağribliler =Müslümanlar"a karşı yapmışlardı). Bu kanunlar Yahudiler'i devlet görevlerinden ve sivil toplumun önemli mevkilerinden atıp uzaklaştırma imkanı veriyordu. Yine bu kanunlar karma evlilikleri yasaklıyor ve Yahudiler'e yabancı statüsü kazandırıyorlardı.Ayırım çok yakında, 1938'de, bir bahaneden hareketle Kristal Gecesi ile birlikte daha vahs¸i bir hal alacaktı.
7 Kasım 1938'de, Paris'teki Büyükelçilik Müsteşarı Von Rath, Grynspan isimli bir Yahudi genci tarafından öldürüldü. Nazi basını tarafından abartılan ve çığırından çıkarılan olay, 9 ilâ 10 Kasım gecesi gerçek bir Yahudi avı, soygun ve mağazaların yağmalanması, vitrin camlarının kırılması ("Kristal Gecesi" adı buradan gelir) şeklinde patlak verir.
Bilânço korkuçtur :
"815 mağaza, 171 ev, 276 sinagog, Yahudi cemaatine ait diğer 14 binanın yağmalanıp yıkılması, 20 bin Yahudi, 7 Ari ve 3 yabancının tutuklanması, 36 ölü ve 36 yaralı."
Kaynak: 11 Kasım 1938 tarihinde Heydrich'in Goering'e raporu, Nür
c. 9, s. 554. Bu belge kendi aleyhlerine delil olarak kullanılan Goering
ve dig˘er sanıklar tarafından sahih olarak kabul edilmis¸tir.Söz konusu olan, Alman halkının ihtiraslı bir tepkisi deg˘il, aksine Nazi Partisi tarafından düzenlenmis¸ bir katliamdı. Bu katliamı düzenlemek ve is¸tirak etmekten ötürü, Heydrich'in emri üzerine 11 Kasım'dan itibaren tutuklanan 174 Parti üyesini yargılayacak olan sorus¸turma (Bel. P.S. 3063 üzerindeki
[251] tarih 13 Şubat 1939, Nur. c. 32. s. 29) ile görevli Nasyonal Sosyalist Parti'nin baş hakimi Walter Buch'ün raporu buna şahittir.
Fakat, 174 kişi arasında, sadece Parti'nin alt kademesindeki insanlar yer almaktadır.
Hükümet (cinayeti tasvip eden Goebbels hariç) ve bizzat Führer hadiseyi kınadı. Fakat bu talimatın "yukarıdan" gelmiş olduğu varsayımını ortadan kaldırmadı. Çünkü Goering derhal ayrımcılığı vahimleştiren üç karar daha aldı :
— Birincisi, Alman Yahudiler'ini bir milyar marklık toplu bir cezaya çarptırıyordu (P.S. 1412 Reichsgesetzblatt 1938, kısım 1, s. 1579);
— İkincisi, Yahudiler'i Alman iktisadî hayatından dışlıyordu (P.S. 2875 Reichsgesetzblatt 1938, kısım 1, s. 1580);
— Sonuncusu, sigorta şirketlerinin Kristal Gecesi'nde sebep olunan zararın ödemesini, ilgili Yahudi'ye değil de, devlete yapılmasını karara bağlıyordu (P.S. 2694 Reichsgesetzblatt 1938, kısım 1, s. 1581).
Almanya'daki Yahudiler ile Filistin'deki Araplar'ı ezmek için kullanılan bahaneler ve yöntemlerin tıpatıplığı şaşırtıcıdır: 1982'de Londra'da bir İsrail diplomatına karşı bir suikast yapıldı. İsrailli yöneticiler derhal suçu Filistin Kurtuluş Örgütü'ne yüklediler ve F.K.Ö.'nün üslerini yok etmek üzere Lübnan'ı istila edip 20 bin kişiyi öldürdüler. Begin ile Şaron, tıpkı eskiden Goebels'inki gibi, fakat çok daha büyük sayıda masumun kurban edilmesiyle kendi "Kristal Gece"lerini gerçekleştirdiler. .
Fark, İsrailli yöneticiler tarafından çok önceden tasarlanmış olan Lübnan'ın istilâsının başlatılmasındaki bahanededir. 21 Mayıs 1941'de Ben Gurion "Günlük"üne şunları yazıyordu:
"Onun "Günlük"üne göre, Arap koalisyonundaki Aşil'in topuğu Lübnan'dı. Bu ülkedeki Müslüman üstünlüğü sunidir ve kolayca
[252] altüst edilebilir; bu ülkede Hıristiyan bir devletin kurulması gerekir. Onun güneydeki sınırı Litani ırmağı olacaktır."
Kaynak: Michael Bar Zohar, Ben Gurion.
Silahlı Peygamber / Ben Gourion, Le Prophète armé, s. 139.16 Haziran'da, General Moşe Dayan yöntemi açık açık ortaya koyar:
"Bize topu topu bir subay bulmak kalıyor, basit bir yüzbaşı bile yeter. Onu davamıza kazanmalı, Maruni halkın kurtarıcısı olduğunu ilân etmesi için kendisini satın almalıyız. O zaman, İsrail ordusu Lübnan'a girecek, işgal ettiği topraklarda İsrail'in müttefiki bir Hıristiyan rejimi kuracak ve bundan sonra her şey kendiliğinden olup bitecektir. Lübnan'ın güneyindeki topraklar bütünüyle İsrail'e ilhak edilecektir."
Kaynak: I˙srail eski bas¸bakanı Mos¸e S¸aret'in
Günlük'ü, 1979'da İbranca olarak yayımlandı.(Şaron'un gözleri önünde ve onun tarafından hazırlanmış ardı ardına yapılan katliamların da ötesinde) Lübnan cinayetini, bizzat prensibi itibariyle bile, çok daha iğrenç kılan husus, bu işgal ve katliamın bahanesinin dahi F.K.Ö.'nün üzerine atılamamasıydl.
Bayan Thatcher, Avam Kamarası önünde, (Lübnan işgaline bahane olarak gösterilen) bu cinayetin F.K.Ö.'nün azılı düşmanı biri tarafından işlenmiş olduğunun delilini sundu. Canilerin tutuklanışının hemen ardından ve göz önündeki polis soruşturmasından hareketle Thatcher şu açıklamayı yaptı: "Suikastı düzenleyenıerin üzerlerinde bulunan öldürülecek kişilerin listesinde, F.K.O.'nün Londra sorumlusunun ismi de yer alıyordu... Bu da İsrail'in iddialarının aksine, saldırganların F.K.O.'den destek almadıklarını ispatlamaktadır ... İsrail'in Lübnan'a saldırısının bu suikastla bağlıantılı bir misilleme hareketi olduğunu sanmıyorum: İsrailliler düşmanlıkları tazelemek için söz konusu suikastta bir bahane bulmuşlardır."
Kaynak: International Herald Tribune, 8 Haziran 1982.
[253]
İsrail propagandasına karşı yapılan bu yalanlama, Fransa'da hemen hemen pek farkedilmedi, halbuki bu tekzip, İsrail'in o yeni tecavüzü için bahane olarak kullanmış olduğu "meşru müdafaa" masalını temelinden çürütüyordu.Zira bu savaş, 1srail devletinin bütün tecavüzleri ve zulümleri gibi, siyonist doktrinin iç mantığı içinde yerini alıyordu, tıpkı "Kristal Gecesi"nin Hitler ırkçılığının iç mantığı içinde yerini aldığı gibi.
"Kristal Gecesi"nden sonra, Yahudiler'in durumu gitgide dramatik bir hal alıyordu. "Batı demokrasileri", 1938'de 33 ülkeyi bir araya getiren Evian Konferansı'nı düzenlediler (SSCB ve Çekoslovakya bu konferansta temsil edilmedi; Macaristan, Romanya ve Polanya ise kendilerinin de içlerindeki Yahudiler'inden kurtarılmalarını istemek üzere sadece gözlemcilerle ka tıldılar ).
Başkan Roosevelt, "Warm Springs" basın toplantısında, şunları söyleyerek egoizm örneği verdi: "Amerika Birleşik Devletleri'ne göç kotasının gözden geçirilmesi veya artırılması diye bir şeyasla söz konusu değildir."
Kaynak: Mazor, "Bundan Otuz Yıl Önce,
Evian Konferansı", Le Monde Juif içinde,
Nisan - Haziran 1968, no 50; s. 23 ve 25.Evian'da, "acı çekenlerin yükümlülüğünü üstüne almak, hatta onların kaderiyle ciddi bir şekilde ilgilenmek"le kimse meşgul olmadı.
Kaynak: Nazizm Üzerine on Ders /
Dix leçons sur le nazisme, Yöneten
Alfred Grosser, Paris, 1976, s. 216.1943 yılında, Gobels hâlâ işi alaya alabiliyordu:
"Yahudi meselesinin çözümü ne olacak? Herhangi bir toprak üzerinde bir Yahudi devleti mi oluşturulacak? Bunu ilerde göreceğiz. Fakat kamuoylarının Yahudiler lehinde sesler yükselttiği ülkeler onları hâlâ kabul etmeyi reddediyorlar."
Kaynak: Léon Poliakov, Kinin Elkitabı / Bréviaire de la haine, s. 41.
[254]
Polonya'nın bozguna uğramasından sonra, Yahudi meselesine geçici bir başka çözüm mümkün gibi gözüktü: 2l Eylül'de, Heydrich, "nihâî gaye"yi (Endziel) hatırlatarak, güvenlik şeflerine yeni SSCB sınırında, bir çeşit "Yahudi ardiyesi" meydana getirilmesini emretti.
Kaynak: Léon Poliakov, age., s. 41.
Fransa'nın yenilis¸i, nazilere yeni ufuklar açtı. Yahudi meselesi için, bunun "nihâî çözümü" için, Fransız sömürge imparatorlug˘u kullanılabilirdi.
Haziran 1940'taki mütarekeden itibaren, bütün Yahudiler'in Madagaskar'a sürülmesi fikri ortaya atıldı.
Daha Mayıs 1940'ta, Himmler, "Doğu'da yabancı kişilere muamele hakkında bazı düşünceler" başlıklı notunda şöyle yazar: "Bütün Yahudiler'in Afrika veya bir sömürge ülkesine boşaltılmasıyla Yahudi kavramının silinip gideceğini görmeyi umuyorum."
Kaynak: Vierteljahreshefte für Zeitgeschichte, 1957, s. 197.
24 Haziran 1940'ta, Heydrich Dışişleri Bakanı Ribbentrop'a, bundan böyle Yahudi probleminin "toprak yönünden nihâî bir çözümünün" (eine territoriale Endlösung) görülür gibi olduğunu yazıyordu.
Kaynak: Gerald Fleming: Hitler und die
Endlösung, Wiesbaden- Münih, 1982, s. 56.O andan itibaren, "Madagaskar projesi" teknik olarak hazırlandı: 3 Temmuz 1940'ta, Dışişleri Bakanlığı'nda Yahudi işlerinden sorumlu Franz Rademacher, içinde şunların belirtildiği bir rapor hazırladı :
"Önümüzdeki zafer, Almanya'ya Avrupa'daki Yahudi meselesini çözme imkânını ve bence aynı zamanda ödevini veriyor. Temenni edilen çözüm: Bütün Yahudiler'in Avrupa dışına atılmasıdır ("Alle Juden aus Europa").
Referat D III, Yahudi meselesinin çözümü olarak şunu teklif
[255] eder : Barış anlaşmasıyla Fransa, Yahudi meselesinin çözümü için elverişli Madagaskar adasını teslim etmeli ve orada ikamet eden 25 bin Fransız'ı nakletmeli ve onların zarar ve ziyanlarını karşılamalıdır. Ada Alman mandası altına geçecektir."
Kaynak: N.G. 2586 -B. Bknz: "Documents on
German Foreign Policy (1918-1945)". Seri D,
c. 10, Londra, 1957, s. 111-113.25 Temmuz 1940'ta, Polanya Genel Valisi Hans Frank, Führer'in bu boşaltma işine olur verdiğini, fakat bu kadar önemli bir denizaşırı nakliyatın, Britanya deniz kuvvetlerinin denizin anahtarını elinde tuttuğu sürece gerçekleşemez olduğunu belirttiğini doğruladı.
Kaynak: P.S. 22.33. I.M.T. c. 29, s. 405.
Onun yerine geçici bir çözüm bulmak gerekiyordu.
"Tutanak"ta şöyle denilmektedir :
"Nihâî çözüm (Endlösung der Judenfrage) için, coğrafi sınırlar düşünülmeksizin, gerekli tedbirler bütününden Reichsführer ve Alman emniyet genel müdürü sorumlu olacaktır."
Kaynak: N.G. 2586 G.
Bundan böyle Yahudi meselesi, naziler tarafından is¸gal edilmis¸ Avrupa çapında ele alınıyordu.
Madagaskar projesi geçici olarak tehir edildiğinden "Sovyetler Birliği'ne karşı savaş, nihâî çözüm için (für die Endlösung) yeni toprakları kullanma imkanı verdi. Dolayısıyla Führer, Yahudiler'i Madagaskar yerine Doğu'ya sürmeye karar verdi."
Kaynak: N.G. 5570.
Gerçekten de Führer 2 Ocak 1942'de şu açıklamayı yapmıştı: "Yahudi Avrupa'yı terketmelidir. En iyisi onlar Rusya'ya gitsiıiler."
Kaynak: Adolf Hitler: Monologlar 1941-44.
Albrecht Krauss Verlag, Hamburg 1980, s. 241.[256]
Sovyet ordusunun baskısı altında Alman ordularının geri çekilmeleriyle, "Yahudi meselesi"nin çözümü "acımasız bir sertlik" gerektirdi.Kaynak: H. Monneray: Dog˘u Ülkelerinde Yahudilere Zulüm, s. 91 - 92.
Mayıs 1944'te Hitler, 200 bin Yahudi'nin etrafı 10 bin SS muhafızı tarafından sarılmak suretiyle, silâh fabrikalarında veya toplama kamplarında çalıştırılmaları için emir verir. Öyle berbat şartlar altında iş gördürülürler ki tifüs salgınıarı on binlerce insanı kırar geçirir, o yüzden de ölü yakma fırınlarının sayıları habire çoğaltılır.
Sonra bu sürgünler, inşasını bizzat kendilerinin yapacakları yollara sevkedildiler. Buralarda bitkinlik ve açlık şartlarında öylesine yıpratıldılar ki onların çoğunluğu, on binlercesi, hayata veda etti.
Yahudi ve Slav sürgünlerin ölüm listeleri işte böyle oluştu. Hitlerci efendiler, onlara faydalı işçiler gözüyle bile bakmayıp insanî değer dahi taşımayan köleler muamelesi yaptılar.
Ne bu cinayetler küçümsenebilir, ne de kurbanların kelimelere sığmayan acıları. Onun için, bu korkunç tabloya ne Dante'nin cehenneminden alınma yangın alevlerini eklemeye ihtiyaç vardır, ne de bu gayri insanîliği zihinlere iyice nakşetrnek için, onları "Holokost" gibi dinî bir teminat ve kurbanla alâkalı ayrıca bir kefaletle takdim etmeye...
En az tumturaklı, en yapmacıksız tarih, kendi başına, efsaneden daha suçlayıcıdır.
Özellikle de tarih, milyonlar ve milyonlar, bu barbarlığa ellerinde silâhlarla direnirken can vermişken, 50 milyon ölüye malolan insanlığa karşı yapılmış hakiki bir cinayetin genişliğini, yalnızca tek bir masum kurbanlar sınıfına karşı işlenmişbir katliam boyutlarına indirgenemez.
[257]
* * *
Bu tarihî bilânço, tekrar edelim, hâlâ geçici bir bilânçodur. Her eleştirmeli tarih ve her bilim gibi, revize edilip düzeltilebilir ve de yeni ögelerin bulunması halinde tekrar gözden geçirilecektir. Çünkü tonlarca Alman arşivine el konulup Amerika Birleşik Devletleri'ne nakledilmiştir. Bu arşivler henüz bütünüyle incelenmemiştir. Uzun zaman ulaşılması yasak olan Rusya'daki diğer arşivler ise araştırmacıların tetkikine daha yeni açılmıştır.
Demek ki efsaneyi tarihle karıştırmamak ve bir tür entellektüel terörizmin bugüne kadar dayatageldiği gibi, araştırmadan önce hükümler vermemek şartıyla, daha geride yapılacak çok iş var. Zaten, Nürnberg metinlerinin "dokunulmaz kutsal değerler gibi ilân edilmeleri"nin temelsizliği artık apaçık ortaya çıkmıştır.
Tarih de, tıpkı bilimler gibi, dokunulmaz bir a priori'den hareket edemez.
Nürnberg, bazı rakamlar ortaya atmıştı. Bunların en önemlilerinin yalan olduğu apaçık meydana çıktı: Auschwitz'deki "4 milyon" ölü rakamı, "bir milyondan biraz fazla"ya indirildi ve "yetkililer" bile bu gözden geçirmeyi (revizyonu) kabul edip bu cinayeti yâd ettiren levhaları değiştirmek zorunda kaldılar.
Nihâî Çözüm / La solution finale kitabında, ölü sayısını 4.5 milyon olarak veren Reitlinger gibi, soykırımın en tavizsizsavunucuları tarafından dahi çoktan tartışma konusu yapılmış bulunan "altı milyon" dogması, kamuoyu ve okul çocuklarına karşımedyatik bir propaganda konusu olarak kalmaya devam etse bile, artık bütün bilim topluluklarınca dışlanmış bulunuyor.
Bu deneysiz ispatsız aritmetik hesapların geçersizlig˘i ni sergilerken, ölülerin gerçek bir sayımına giris¸mek ve bir ölüler muhasebesi ortaya koymak söz konusu deg˘ildir. Söz konusu
[258] olan, bir yalanı devam ettirmek yolundaki kasıtlı iradenin, tarihin sistemli ve keyfî bir tahrifine ne kadar zorlanmış olduğunu göstermektir.
Yahudiler'i bayağılaştırmamak bahanesiyle, onları gerçek martirler veya gerçek kurbanlar listesi olarak sunmak için, bütün diğer martir veya kurbanları, meselâ 17 milyon Sovyet vatandaşı ile 9 milyon Alman'ı, ikinci plâna atmak gerekti. Bu kadarla da kalınmadı, bir de bu gerçek acılara, bütün diğer kurbanlardan esirgenen, (Holokost adı altında) kutsal bir nitelik de kazandırıldı.
Bu hedefe ulaşmak için, adaletin ve hakikati tesbitin bütün temel kurallarını bir bir çiğnemek gerekti.
Meselâ "nihâî çözüm"ün imha, "soykırım" anlamına gelmesi gerekiyordu. Halbuki hiçbir metin böyle bir yoruma elvermemektedir. O metinlerde, daima bütün Avrupa Yahudiler'ini ilkin Doğu'ya, sonra da Afrika'daki herhangi bir bölgeye topluca sürme söz konusudur. Zaten bu bile yeterince canavarca bir davranıştır.
Bunun için ayrıca, bütün belgeleri de tahrif etmek gerekti. Nitekim, "nakil" kelimesini "imha" kelimesiyle tercüme ettiler. Öyle ki, bu yorumlama "yöntemi" ile herhangi bir metne herhangi bir şeyi rahatlıkla söyletebilirsiniz. O yüzden iğrenç bir katliamın adı da "soykırım" olup çıktı.
Metinlerle bu kasıtlı oynayışa sadece bir örnek verelim: Jean-Claude Pressac Auschwitz Ölü Yakma Fırınları / Les crématoires d'Auschwitz (1993) kitabında, bu müthiş salgın hastalık kırımına ek bir dehşet katmaya öylesine düşkündür ki, Almanca "Leichenkeller", "kadavra mahzeni", yani "morg" kelimesiyle her karşılaştığında, onu "gaz odası" diye tercüme eder (mesela, s. 65). Cellat (Messing isminden) "kadavra mahzeni "nin "gaz odası" olduğunu yazmak cesaretini gösteremedi" (s. 74) diyerek, buraya dahi "şifreli dil" kavramını sokar.
Oysa, metinlere demesini istediklerini dedirtmek için sürekli
[259] kullanılan bu "şifreli dil" varsayımının hiçbir dayanağı yoktur. Her şeyden önce, Hitler ve suç ortakları, daha önce gösterdiğimiz gibi (s. 107'den 124'e kadar), diğer suçlarını gizlemeye asla çalışmamışlar ve bunları hiç utanmadan apaçık bir dille ilân etmişlerdir. Sonra da, İngilizler şifreleri çözme teknik ve makinalarını çok çok ileri düzeye vardırmışlardı ve mesajları açık seçik bir şekilde okuyup anlıyorlardı. Bu durumda, milyonlarca insanın endüstriyel imhasını gibi devasa bir teknik girişimin yürütülebilmesi için gerekli çok sayıda mesaj olması gerekirdi.
Hitlerci metinlerde çok sık tekrarlanan "toprağa bağlı nihâî çözüm" ifadesini hesaba katmayı sistemli olarak reddetmek de, "altı milyon" ve "soykırım" şeklindeki peşin hükümleri haklı çıkarmayan her türlü tahlili reddetme iradesini açıkça ele vermektedir.
"Gaz odaları"nın varlığı hakkında "görgü tanıkları"nın çok sayıdaki beyanlarına rağmen, bunların Almanya topraklarında hiçbir zaman mevcut olmadıkları ispatlandığı zaman, onların Doğu kamplarındaki varlığına dair benzeri şahitlikleri itiraz edilmez deliller olarak sunmaya, aynı keyfilikle devam etmek gerekti.
Nihayet, teknik bilirkişi raporlarını hem ilmî hem de alenî bir şekilde tartışmayı reddetmek, onun yerine sadece baskı ve süküt yoluyla cevap vermek, şüpheyi sürdürmekten başka yarar sağlamaz.
Hitlerizme karşı tarihî hakikati tesbit etmekten daha etkili suçlama yoktur.
İşte biz bu dosya ile buna katkıda bulunmak istedik.
[263]
İsrail'deki "Yeni tarihçiler"
Kudüs İbrani Üniversitesi Cermen Araştırmaları Bölüm Başkanı Profesör Moşe Zimmerman ile 28 Nisan 1995'te Yeruşalayim gazetesinde yapılan bir görüşmeyi sunmak istiyoruz.
Profesör Zimmerman, diyor gazeteci takdim yazısında, Almanya'nın, Alman Yahudileri'nin, Üçüncü Reich'ın, Holokost'un uzmanıdır. Tarihî tahlilleri ve vardığı sonuçlar... onu son yıllarda, halk önünde yapılan çok sayıdaki bilimsel tartışmaların merkezine oturtmuştur... Onun geçmişle şimdi arasında kurduğu paralellikleri hazmetmek zordur. Meselâ işgal altındaki topraklarda gönüllü hizmet etmek isteyen Yahudi askerlerini S.S.'de hizmet etmek için gönüllü olmuş Almanlar'la mukayese etmesi... veya Halil kenti Yahudi yerleşim birimlerinin çocuklarının Hitlerci gençlik gibi eğitildiklerini söylemesi... yahut da Holokost'un İsrail tarafından kullanılışını kınaması gibi.
[264]
ZİMMERMAN
Holokost'un kullanışı ile ilgili verdiğim bir konferansta, Holokost'un İsrail'in kurulmasının ana sebebi olduğunun sıkça ve kibar bir şekilde söylendiğini hatırlattım. Eğer gerçekten böyle olsaydı, Siyonizm'e bu çok değerli katkısından ötürü... Hitler'e şükran borcumuz olması gerekirdi... Dinleyicilerden biri, "Haaretz" gazetesine, benim Hitler'e teşekkür etmem gerektir dediğimi yazmış, oysa ben tersini söylemiştim.
Soru
Yahudiler, Mein Kampf / Kavgam'da, imha edilmesi gereken bir mikrop olarak gösterilmiştir. Bu kitap her zaman Hitler'in Yahudiler'i imha niyetini ifade eden bir harekât plânı olarak görülmüştür.
ZİMMERMAN
Madem öyle, Nürnberg kanunlarını çıkarmak için neden iki buçuk yıl beklemiş?
Hem sonra, Yahudiler'i imha etmek gibi ön bir niyeti var idiyse, kanunlara niçin ihtiyaç duymuş?
Kristal Gecesi örneğini alalım.
1923 darbesinin yıldönümünde, konu Polonya Yahudiler'ini Almanya'nın dışına sürmekti. Verdiği nutukta Hitler, hiçbir şekilde onların öldürülmelerinden bahsetmedi. Fakat, bir Alman diplomatın bir Yahudi genci tarafından Paris'te katledilmesini bahane edinen Goebbels, kendini ön plâna çıkarmak için, katliamı düzenledi.
Soru
Bütün Almanlar'ın suçlu olduklarını düs¸ünüyor musunuz? .
ZİMMERMAN
Son yirmi yılın araştırmaları gösteriyor ki, Almanya'da hüküm süren düzensizlik bahanesiyle, 1933'te Hitler'e oy vermiş olmaktan öte nazizmle başka bir bağları bulunmayanlar, rejimin
[265] böylesi aşınııklara gideceğini düşünmediklerini söylese/er bile, bir ölçüde sorumludurlar. Fakat her ferdi canilikle suçlamıyorum... Nazizm, halkın büyük çoğunluğunun ilk zulümleri seçtiği veya bilmediği yahut da işbirliği ettiği bir durumu gösterir. Ben bu hadiseyi ince/edim ve İsrail'deki durumu bu ölçüyü esas alarak değerlendiriyorum: Nitekim, toprak işgali ahlâksızlığına karşı halkın protestolarını hiç duymuyorum. lşgali tasvip eden bir partiye oy vermek, büyük bir suç olarak görülmüyor. İşgal Altındaki Topraklar'da hizmet etmek üzere gönüllü giden askerler, kahramanlar olarak görülüyor, halbuki gerçekte bu gönüllülük, S.S.'de görev yapmak için gönüllü yazılan Almanlar'ınkiyle kıyas edilebilir.
Soru
Bizim işgalimiz ve kanunumuzu Filistinliler'e dayatmamız ile, nazizm tarafından işlenen vahşetler arasında hangi ölçüde bir paralellik kurulabilir?
ZİMMERMAN
Şu yaptığımız gibi davranmak için elimizde en iyi "bahaneler" var. Fakat herbirimizde bir de canavar var ve şayet her zaman haklı olduğumuzu iddia etmeye devam edersek, bu canavar büyüyebilir... Daha bugünden gittikçe büyük boyutlar kazanan bir hadiseyi düşünüyorum: Yahudi halkının bütün bir kesimi var ki, ben bu kesimi tereddütsüz Alman nazilerin bir kopyesi olarak tarif ediyorum. Halil kenti Yahudi yerleşim birimlerinde oturanların çocuklarına bakın, onlar tıpatıp Hitler gençliğine benziyorlar. Çocukluklarından itibaren onların kafaları her Arab'ın kötüolduğu ve Yahudi olmayan herkesin bize karşı olduğu fikriyle dolduruluyor. Rehevan Ze'evi (Şamir hükümetinde 1990 ile 1992 arasında bakanlık yapmış biri), bütün Filistinliler'in İşgal Topraklar'ından sürülmesini ("naklini") istiyor. Nazi Parti'sinin resmî programı da işte bu idi: Bütün Alman Yahudiler'ini sürmek.
[266]
Soru
Çok ileri gidiyorsunuz: Halil kentinde yaşamayan, Kahane Parti'sine oy vermeyen ve İşgal Toprakları'ndaki özel birliklerde görev yapmak için gönüllü olmayan Yahudiler'i ne yapıyorsunuz?
ZİMMERMAN
Özel birliklerin gönüllüleriyle askerlik vazifesini yapmaya çağrılmış askerler arasında bir ayırım yapıyorum... Fakat burada da, Ikinci Dünya Savaşı'ndaki Alman ordusuyla bir paralellik kuruyorum... Bizler, biz Yahudiler, hatırlamalıyız ki, o savaş esnasında, 100 bin Alman askerî kurşuna dizildi, çünkü onlar insanlığa karşı işlenen suçlara iştirak etmeyi reddetmişlerdi. Bazen de onlar, Yahudiler'i öldürmeyi reddettikleri için idam edildiler."
* * *
Üniversitedeki kürsüsünden kovulmakla tehdit edilen Profesör Zimmerman, ayrıca bu tehdit (Likud Partisi veya dinci entegrist partiler üyesi) 79 profesörün imzasını taşıyan bir dilekçeyle de desteklendiği için, 10 Mayıs 1995 tarihli Haaretz gazetesinde, aynı gazetenin 5 Mayıs tarihli sayısında çıkan Dan Margelis'ni vesile ederek cevap verir. Bu kovma girişimine karşı, "halkın sağduyusu" adına konuştuklarını iddia eden bu profesörlerin tutumunun, bazı nazi öğretim üyelerinin tavrına tıpatıp benzediğini, onların da "tek düşünce" muhaliflerini Üniversite'den kovma teklifinde bulunduklarını hatırlatarak protestoda bulunur.
"Heine'ın "Kitaplar yakıldığı zaman, sonunda halkın kendisi de yakılacaktır" sözü sık sık dile getiriliyor. Bu iş daha da önce başlar: Düşünceyi meşru yollarla ifade etme hakkı tehdit edildiği zaman, nihayet kitaplar da yakılmış olurlar...
Beni Üniversite'den kovmak isteyen kimse/erin, içinde yer alan fikirlerim sebebiyle benim kitaplarımı da yakmayı tavsiye edip etmeyeceklerini merak ediyorum. Her sene binlerce Üniversite
[267] öğrencisi onları okuyor. O halde onlar da mı odun yığınlarıüzerinde yakılmaya adaylar?
Baruch Goldstein'ın birinci ölüm yıldönümünü kutlamaya davet edilen Halil kenti çocuklarıyla ilgili olarak, ben bu âyini nazi gösterilerindeki âyine benzettim diye, benim söylediğim sözler korkunç, öyle mi?
Benim dediklerimin Hitler'in cinayetlerini küçük göstermek isteyenlerin tezleriyle hiçbir ilgisi yoktur... Nazizmin tarihini çok iyi bilen biri olarak, her çeşit gerçekliğin içinde mevcut potansiyel tehlikeye karşı kamuoyunun dikkatini çekebilmek istiyorum... Bazılarının benim Alman hükümeti tarafından kullanıldığımı düşünmelerine karşılık, tam aksine politikacıların ve resmî tarihçilerin revizyonist eğilimi reddettiklerini hatırlatmak lâzım. Nitekim bunun apaçık delili şudur: Revizyonistler 7 Mayıs 1995'te, 8 Mayıs 1945'in (nazilerin teslim oluş tarihi) sadece kurtuluş günü değil, aynı zamanda "Almanlar'ın Doğu'dan sürülme/erinin ilk günü" oldugunu hatırlatmak için bir miting düzenlemek istediklerinde, toplantı resmi zevatın baskısıyla yasaklanmıştır.
Öyleyse, İsrail'de hakikati ve dürüstlüğü, ifade hürriyetini ve eleştirmeci araştırmayı savunduklarını düşünenlerin, bu değerlerin düşmanlarıyla işbirliği etmekten ve bir linci hazırlamak için (heykellerin edep yerlerini örten) ideolojik bir asma yapragı gibi kendilerini kullandırtmaktan kaçınmaları daha iyi olacaktır."
* * *
Aynı tartışmaya katılan tarihçi Baruch Kimmerling de, 15 Mayıs 1995 tarihli "Yediot Aharonoth"da ifade hürriyetini ve eleştirmeci araştırmayı müdafaa eder. Profesör Zimmerman'ın kovulmasını isteyen dilekçenin yazarlarını suçlar: "Bunlar İbrani Üniversitesi'nde entellektüel, politik ve ideolojik bir rejimi zorla kabul ettirmeyi denemek için, şiddet ve ideoloji zemininde yerlerini alıyorlar... Nazi ve bolşevik akademilerinin örneklerini
[268] verdiği üzere, düşünce hürriyeti olmadan, bilim denebilecek bir bilimi geliştirmek mümkün değildir..."
"Eğer Profesör Zimmerman ihraç edilirse, Senatör McCarthy'nin ruhu İbrani Üniversitesi'nin kampüsleri üzerinde dolanıp duracaktır."
* * *
Nazizm tarihi uzmanı Profesör Zimmerman'ın, işgal altındaki toprakların Yahudi serserilerini Hitler gençliğinin davranışlarıyla kıyas etti bahanesiyle, Üniversite'den ihraç edilmesi tasarısını Arieh Kaspy de 12 Mayıs 1995 tarihli Haaretz gazetesinde protesto eder: "Bizim Şabak'ımızın işkence yaptığı ortaya çıktığında bu 79 imza veren kişiden hiçbiri dilekçe göndermedi. Sorgulama sırasında bazı insanlar öldüğünde onlar hiç şok olmamışlardı... Yerleşim birimlerindeki vatandaşlarımız Araplar'ıkatlettikleri zaman da hiçbir şey demediler... Onlar, Baruch Goldstein'ın Kiryat Arba'da mezarı üzerindeki "Kahraman Baruch" yazısı taşıyan anıtkabirin ortadan kaldırılmasını da istemediler. Goldstein'ın yaptığının bir daha tekrarlanmayacağı vaadinde de bulunmadılar."
Gazetenin bir notu, o insanlara gerekli cevabı vermenin, ilânların finansmanı sebeplerinden ötürü yavaş ve zor olduğunu ilave ediyor: "Yahudi - nazizmi, Ingilizce konuşulan ülkelerdeki Yahudiler arasında, İsrail'dekinden çok daha fazla popülerdir: Basit bir telefon veya faksla herhangi bir Yahudi - nazi metninin yayımlanması için gerekli para toplanabilir. Buna karşılık Yahudi-nazizmi karşısında olanların bu masrafları kendi ceplerinden ödemeleri gerekir."
Arka Kapak Yazısı
Bu eser Fransa”da yasaklandı.
Roger Garaudy, hiçbir yayınevi kabul etmediği için, ağır hapis ve ağır para cezasını göze alarak, eserini “Samiszdat/Kendi Yayını” olarak piyasaya sürdü.
“Bu eseri okumakta ne mahzur var?” dediği için Fransa”nın “légion d”honneur/ liyakat nişanı” sahibi, dünya çapında ünlü, en saygın din adamı Rahip Pierre medyada maskara edildi ve kendisi saldırılara ancak üç ay dayandı, sonunda pes etti ve özür diledi.
Bu eserde, ucu bize de dokunan 50 yıllık bir yalanın perde arkası anlatılıyor.
Bu eserde, efsane veya mitlerin dünya siyasetinin nasıl yönlendirdiği sergileniyor. Bu eserde, Ortadoğu”daki terör ateşinin niçin sönmeyeceği açıklanıyor.
Fransa”da yasaklanmasına rağmen, bu eser kitabevlerinde tezgâh altında kapış kapış satılıyor.
Diğer dünya dilleriyle birlikte türkçemize kazandırılan bu kitabı okuyanlar, çok şaşırtıcı hakikatlerle karşılaşacaklar ve bazı konularda kendilerinin dahi şimdiye kadar nasıl kandırıldıklarını görecekler...
[ 1 ] [ 2 ] [ 3 ] [ 4 ] [ 5 ] [ 6 ] [ 7 ] [ 8 ]
[ PDF ]——————————————————————