No hate. No violence
Races? Only one Human race
United We Stand, Divided We Fall
Radio Islam
Know Your enemy!
No time to waste. Act now!
Tomorrow it will be too late

English

Franç.

Deutsch

عربي

Sven.

Español

Portug.

Italiano

Русск.

бълг.

Hrvat.

Češt.

Dansk

Suomi

Magyar

Neder.

Norsk

Polski

Rom.

Srpski

Slov.

Indon.

فارسی

Türkçe

日本語

汉语


ROGER GARAUDY 

İsrail

Mitler ve Terör

[ 1 ] [ 2 ] [ 3 ] [ 4 ] [ 5 ] [ 6 ] [ 7 ] [ 8 ]

[ 5 ]

 

[149]

  

3 . "Altı milyon" efsanesi

(Holokost)

 

 

"Soykınm: Fertlerini imha etmek suretiyle
etnik bir grubun düzenli olarak yok edilmesi
."
Larousse Sözlüğü

"Tevrat'ta yer alan ilâhî vaad örneğinde
olduğu gibi, Soykırım İsrail devletinin
kurulması için ideolojik haklılıg˘ın bir unsurudur."
Tom Segev, Yedinci Milyon, Ed. Liana Levi,
1993, s. 588.

 

Nazizm tarafından Yahudiler'in maruz bırakıldıkları muameleyi belirlemek için sık sık şu üç terim kullanılır: Soykırım, Holokost, Shoah.

Kelime kökü itibariyle "Soykırım"ın açık bir anlamı vardır: Bir ırkı ortadan kaldırmak. Hitler ırkçılığının iddia ettiği gibi ve İsrailli yöneticilerin de hâlâ savunageldikleri gibi, bir Yahudi "ırk"ının var olduğunu farzedelim.

Savas¸ boyunca bir Yahudi "soykırım"ı olmus¸ mudur?

"Soykırım" teriminin bütün sözlüklerde anlamı açık ve nettir. Mesela Larousse şu tarifi veriyor: "Soykırım: Fertlerini imha etmek suretiyle etnik bir grubun düzenli olarak yok edilmesi."

Bu tarif, harfi harfine ancak Yeşu tarafından Kenan'ın fethedilmesindeki duruma uygun düşebilir. Çünkü orada her fethedilen şehir için şöyle denilmektedir: "Orada hiçbir canlı kalmadı" (sözgelimi Sayılar'da, 21/35).

Demek ki bu kelime Nürnberg'de tamamen yanlıs¸ bir

[150] anlamda kullanılmıştır. Çünkü bütün bir halkın yok edilmesi sözkonusu olmamıştır. Yani Amoriler, Kenanlılar ve Yeşu'nun kitabında söz edilen daha başka halkların uğradıkları "kutsal imhalar" gibi bir durum söz konusu değildir. Nitekim Yeşu'nun kitabında, meselâ Eglon'da ve Hebron'da yapılanlarla ilgili olarak şöyle denilir: "Arta kalan kimse bırakmadı" (Yeşu, 10/37). Ya Hatsor'da yapılanlar: "Hepsini helâk edinceye kadar her adamı kılıçtan geçirdiler... Nefes sahibi bir kimse bırakmadılar" (Yeşu, 11/14).

Buna karşılık (Hitler sözlüğündeki gibi "ırk" olarak tarif edildiğinde) Yahudilik 1945'ten bu yana dünyada oldukça büyük bir atılım gerçekleştirdi.

Hitler'in "Aryen ırkı"nın üstünlüğünü esas alan ırkçı teorisinden ve ayrıca Yahudiler ile kendisinin baş düşmanı komünizm arasında yaptığı sistemli özdeşleştirmeden ötürü, Yahudiler elbette onun öncelikli hedeflerinden biri oldular. (Binlerce komünist Alman'ı idam ettirmesi ve "Slav" esirlere karşıgaddarca davranışı onun komünizme ne kadar düşman olduğunun açık ispatıdır). Hitler bu Yahudi- komünizm karışımıiçin "jüdeo-bolşevizm" terimini ortaya atmıştı.

"Nasyonal Sosyalist" adlı partisinin kurulus¸undan itibaren, sadece komünizmin kökünü kazımayı deg˘il, bütün Yahudiler'i de önce Almanya'dan, sonra da hakimi oldug˘u zaman bütün Avrupa'dan sürmeyi hedeflemis¸ti. Üstelik de bunu en insanlık dıs¸ı bir s¸ekilde yapacaktı: Önce göç ettirme, sonra sürme ve savas¸ sırasında da, ilkin Almanya'daki toplama kamplarına hapsetme, pes¸inden de hepsini topluca kovup atma yoluna gitti. Toplu sürgün için önce Madagaskar düs¸ünülmüs¸tü. Burası Avrupa Yahudiler'i için genis¸ bir getto olus¸turacaktı. Derken onları is¸gal edilen Dog˘u topraklarına, özellikle de Polonya'ya sevketme yolunu seçti. Bütün bu yerlerde Slavlar, Yahudiler, Çingeneler ilkin savas¸ malzemeleri üretimi hizmetinde ag˘ır çalıs¸ma s¸artlarından dolayı, ardından da korkunç tifüs

[151] salgınları yüzünden birer birer kırıldılar. Ölü yakma fırınlarının çokluğu bu tifüs salgınlarının genişliğini gözler önüne serer.

Hitler'in siyasî veya ırkî kurbanlarına karşı bu gözü dönmüş davranışının tüyler ürpertici bilânçosu ne oldu?

Sözünü ettiğimiz tkinci Dünya Savaşı 50 milyon kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır. Bunların 17 milyonu Sovyet vatandaşı ve 9 milyonu da Alman'dır. Polonya, işgal edilen diğer Avrupa ülkeleri ve onların yanında, tıpkı birincisi gibi, yine Batılılar'ın rekabetinden doğmuş olan bu savaş için seferber edilen milyonlarca Afrika veya Asya askerleri çok ağır bir ölüm vergisi ödediler.

O halde, Hitler'in egemenliği, belli bir propagandayla gösterilmeye çalışıldığı gibi, sırf Yahudiler'e yönelik, tek değilse bile, başlıca kurbanları Yahudiler olan geniş bir "katliam" olmaktan öte bir şeydir. Maalesef eşi menendi görülmemiş bir insanı felâket olmuştur bu. Zira Hitler Avrupalı sömürgecilerin beş asırdan beri "derileri başka renkten" insanlara uygulayageldiğini, beyazlara tatbik etmiştir. Nitekim Amerika kıtasının 80 milyonluk nüfusunun 60 milyonu imha edilmiştir (onlar da ağır işler ve silâhlardan daha güçlü salgınlar yüzünden kırılmışlardır). Afrika'dan ise Amerika kıtasına on ilâ yirmi milyon köle sevkedilmiştir. Köle tüccarları bir esiri yakalayabilmek için on kişiyi öldürmek zorunda kaldıklarına göre, bu "köle ticareti" Afrika'ya 100 ilâ 200 milyon cana malolmuştur.

Yahudi soykırımı efsanesi herkesin işine geliyordu. Çünkü bundan "tarihin en büyük soykırımı" diye bahsetmek, Batılı sömürgeciler için (Amerika yerlilerinin toplu kırımı ve Afrikalıkölelerin ticareti gibi) kendi cinayetlerini unutturmak; Stalin içinse, vahşi zulümlerinin üzerine sünger çekmek demekti.

Bu efsane İngiliz ve Amerikan yöneticilerin de işine geliyordu. Çünkü onlar 13 Şubat 1945'te Dresden'de yaptıklarıkatliamı hafızalardan silmek istiyorlardı. Onlar o tarihte bu şe hirde

[152] 200 bin sivilin fosfor bombalarının alevleri altında birkaç saat içinde kavrulup ölmelerine sebep olmuşlardı. Üstelik şehrin bombalanması için hiçbir sebep de yoktu. Çünkü Alman ordusu, Ocak ayında çoktan Oder'e girmiş olan Sovyetler'in yıldırım taarruzu karşısında, bütün Doğu cephelerinde bozguna uğramış geri kaçıyordu.

Daha çok da Amerikalılar'ın işine yaradı bu efsane. Çünkü onlar henüz Hiroşima ve Nagaziki'ye yeni atom bombaları atmışlar ve arkalarında "200 binden fazla ölü ve acıları kısa veya uzun süre devam edecek olan 150 bin yaralı" bırakmışlardı. 

Kaynak: Paul-Marie de la Gorce:
 1939-1945. Meçhul Bir Savaş,
Ed. Flammarion, Paris, 1995, s. 535.

Gayeler askerî değil, siyasî idi. Daha 1948'de Churchill, İkinci Dünya Savaşı (6. cilt) kitabında şöyle yazıyordu: ''Japonya'nın kaderinin atom bombasıyla karara bağlandığını sanmak yanlış olur."

Amerikan amirali William A. Leahy, I was there ("Oradaydım") kitabında bunu doğrular: "Bence, bu barbar silâhı Hiroşima ve Nagazaki'de kullanmanın japonya'ya karşı savaşta büyük bir katkısı olmamıştır."

Gerçekten de, japon İmparatoru Hirohito, 21 Mayıs 1945'ten itibaren, (henüz japonya'ya karşı savaşa girmemiş olan) Sovyetler birliği nezdinde, Dışişleri Bakanı ve Sovyet Büyükelçisi Malik aracılığıyla, ülkesinin teslimi için müzakereyi daha önce başlatmıştı. "Prens Konoye'den Molotov ile doğrudan müzakere yapmak üzere Moskova'ya gitmek için hazırlanması rica edildi.

Kaynak: Paul-Marie de la Gorce, age., s. 532.

"Washington'da japonlar'ın niyetleri bütünüyle biliniyordu: "Magic" Dışişleri Bakanı ile Moskova'daki meslektaşı arasındaki mektuplaşmanın farkındaydı.

Kaynak: Aynı eser, s. 533.

[153]
Şu halde güdülen hedef, Amerikan Havacılık Bakanı Finletter'in itiraf ettiği gibi, askerî değil, siyasî idi. Finletter, atom bombalarının kullanılışının gayesinin "Rusya'nın savaşa girmesinden önce Japonya'nın "Knock-out" edilmesi" olduğunu açıklıyordu. 

Kaynak: Saturday Review of Litterature,  5 Haziran 1944.

Amerikalı Amiral Leahy sözlerini şöyle noktalıyordu (age): "İlk atom bombalarını kullanmakla, bizler Ortaçağ barbarlarının ahlakî derekesine indik... gayrımedenî bir savaşa hizmet eden bu yeni ve korkunç silâh, Hıristiyanlar'a yakışmayan modem bir barbarlıktır. "

Aslında, tarafsız ülkelerden oluşacak hakikî bir "Milletlerarası Mahkeme"nin, Goering ve çetesiyle aynı savaş suçlusu sandalyesine oturtacağı bütün bu yöneticiler, işte saydığımız bu sebeplerden ötürü, insanlığa karşı işledikleri kendi cinayetlerini örtbas edebilmek için değilse bile, mazur gösterebilmek için "gaz odaları", "soykırımlar" ve "holokost" ile ummadıkları bir suçsuzluk bahanesi keşfetmiş oldular.

Amerikan Doğu Araştırmaları Okulu müdürlüğü de yapmış olan Amerikalı tarihçi W.F. Albright, Taş Devrinden Hıristiyanlığa. Tek Tanrıcılık ve Evrimi adlı geçmişle günü birleştirerek yorumlayan değerli kitabında (Fransızca çevirisi: Ed. Payot, 1951), Kenan'ı istilâsı sırasında Yeşu'nun yaptığı "kutsal imhalar"ı mazur gösterdikten sonra şunları yazar: "Bizler, biz Amerikalılar İsrailoğulları'nı yargılama hakkına pek sahip değiliz... çünkü bizler de şu kocaman ülkemizin dört bir bucağında binlerce Yerli'yi... imha ettik ve geriye kalanları da büyük toplama kamplarında bir araya getirdik" (s. 205).

Elie Wiesel'in Gece (1958) kitabından hareketle yetmişli yıllardan bu yana, aynı dram için kullanılan ve "Holokost" adlı filmle yaygın hâle getirilen Holokost terimi, Yahudiler'e kars¸ı is¸lenmis¸ olan cinayeti es¸i benzeri görülmemis¸ bir olay olarak

[154] österme iradesini gözler önüne çok daha net bir şekilde sermektedir. Bu terimle, Yahudiler'e yapılanın Nazizm'in diğer kurbanlarının katliamıyla ve hatta tarihin başka hiçbir cinayetiyle mukayese edilemeyeceği vurgulanmaktadır. Zira Yahudiler'in ıstırapları ve ölüleri bu terimle kutsal bir mahiyet kazanmaktadır. Larousse Universel (2 cilt, Paris, 1969, s. 772) "holokost"u şöyle tarif ediyor: "Yahudiler'de kullanılmakta olan kurban kesme, bu ayinde kurban ateşle tamamen yakılıp kül ediliyordu."

Yahudiler'in şehidi demek ki bu şekilde başka hiçbir şehitle kıyaslanamayacak bir özellik arzediyordu. Çünkü kurban olması niteliğiyle o, tıpkı Hıristiyanlık ilâhiyatında Hazreti İsa'nın Haç'a gerilmesi ve böylece yeni bir dönemi başlatması gibi, ilâhı plânla bütünleşiyordu. Nitekim bu durum, bir hahama rahatlıkla şöyle dedirtecektir: "İsrail devletinin kurulmuşolması, Allah'ın Holokost'a cevabıdır."

Holokost'un kurban niteliğini haklı göstermek için, toplu imha ve imhaların yapılışında görülmedik endüstriyel düzenleme ardından da ölüleri yakıp kül etme gerekiyordu.

Eksiksiz imha. Bunun için de, Yahudi meselesi için, imha anlamına gelecek bir nihâî çözüm'ün düşünülmüş olması gerekliydi.

Oysa, Naziler için Yahudi probleminin "nihâî çözüm"ünün imha anlamına geldiğini ispatlayan tek bir metin, tek bir yazı bulup ortaya koyamamışlardır.

Hitler'in Yahudi düşmanlığı, daha ilk nutuklarından itibaren, Bolşeviklik'e karşı mücadele ile sıkı sıkıya bağlıdır (kendisi sürekli olarak "jüdeo-bolşevizm" tabirini kullanır); inşa ettirdiği ilk toplama kampları Alman komünistleri içindi. Zaten başkanları Thaelman dahil, onların binlercesi orada ölüp gitmiştir.

Yahudilde gelince, Hitler onları birbirine taban tabana zıt ithamlarla suçladı: Hem onlar -diyordu- Bols¸evik ihtilâlinin en

[155] faal kişileridir (Trotski, Zinoviev, Kamenev, vb...); hem de onlar -yine ona göre- Alman halkının en sömürücü kapitalistleri idiler.

Öyleyse, komünist hareketi tasfiye ettikten ve Töton şövalyeleri gibi Almanya'nın Doğu'ya yayılışını hazırladıktan sonra, Sovyetler Birliği'ni ezmek önemliydi. Hitler'in siyaset hayatının başından sonuna kadar kafasında olan ana düşünce, sabit fikir bu idi. Zaten kudretli zamanında da Slav (Polonyalı ve Rus) esirlere karşı sergilediği vahşetle bu niyetini apaçık gösterdi. Hatta SSCB'ye karşı savaş sırasında, "Einsatzgruppen", yani Sovyet partizanlarının savaşına karşı mücadele etmek ve esir bile olsalar, onların siyasî görevlilerini öldürmekle özel olarak görevlendirilmiş birlikler meydana getirdi. Bunlar arasında, Slav arkadaşları kadar kahraman pek çok Yahudi katledildi.

Bu son hadise, yani Yahudiler'in de Slavlar'ın yanında olmaları hadisesi, "Sovyet Yahudi düşmanlığı" konusundaki propagandanın ne noktalara vardırıldığını da gösterir. Hem Sovyetler'in Yahudiler'i önemli mevkilerden uzaklaştırdıklarını iddia etmek, hem de "Einsatzgruppen"lerin öldürmekle görevlendirildikleri partizanların "siyası görevliler"in çoğunluğunu Yahudiler'in oluşturduğunu tasdik etmek olur şey değil. Zira böylesi bir sorumluluk tasavvur dahi edilemez: Düşman hatlarının (askerlikten kaçmanın veya düşmanla işbirliği etmenin oldukça kolayolduğu) gerisinde partizanların faaliyetlerini yönlendirme işi kendilerine güvenilmeyen Yahudiler'e emanet edilemezdi...

Alman, ardından da Avrupa Yahudi kitlesine gelince, Hitler kıtanın sahibi olduğunda, Naziler'in en canavarca fikirlerinden biri Almanya'yı, sonra da Avrupa'yı Yahudiler'den boşaltmaktı (judenrein).

Hitler bu işi şu safhalardan geçerek yürüttü :

— Birincisi, kendisine en zenginlerin mallarma el koyma

[156] fırsatı verecek şartlar içinde onların göç'ünü düzenlemek oldu. (Daha önce gördüğümüz gibi "Haavara"nın siyonist yöneticileri, mukabilinde, Hitler Almanya'sına boykotu engellemeyi ve anti faşist harekete katılmamayı vaad ederek, bu teşebbüste Naziler'le etkili bir şekilde işbirliği ettiler.)

— İkinci safha, hepsini dünya çapında bir gettoya gönderme gayesine uygun olarak açıkça ve net bir şekilde ülkeden atma niyeti oldu. Dünya çapındaki bu getto, Fransa'nın teslim alımşının ardından, Madagaskar adası olacaktı. Alman denetimine geçecek olan adadaki Fransız sakinlerin zarar ziyanlarıFransa'ya ödetilecekti. Fransızlar'ın çekimser davranmalarından ziyade, bu işlem için gerekli tonajdaki gemilerin öneminden ötürü, bu projeden vazgeçildi. Almanya savaş esnasında böylesi gemileri bu tür bir işe hasredemezdi.

— Hitler'in Doğu Avrupa'yı, özellikle de Polonya'yı işgali, onları bu dış kamplara kitleler halinde sürerek Avrupa'yı Yahudiler'inden boşaltmak demek olan "nihâî çözüm"e ulaşma imkânı verdi. Hava bombardımanları, açlık ve her çeşit kıtlık, güçsüzler için öldürücü olan o şehir merkezlerini boşaltmak için mecburı yürüyüşler gibi, savaş sırasında bütün sivil halkların uğradıkları felâketlere uğramakla kalmadılar, ayrıca Almanya'nın savaş çabasına hizmet etmek için (meselâ Auschwitz- Birkenau I.G. Farben kimya sanayiinin en işlek merkezi idi), en insanlık dışı şartlarda yaptırılan angaryalardan ötürü de buralarda Yahudiler en büyük acılara dûçar oldular. Nihayet tifüs başta olmak üzere salgın hastalıklar, az beslenen ve takati tükenen bu kamp insanlarında ürkütücü yıkımlar yaptılar.

Öyleyse, kurbanları böylesi muameleler yüzünden ortaya çıkan o müthiş ölümleri izah etmek için başka yöntemlere başvurmaya gerek var mı? Ayrıca, kurbanların sayısını akıl almayacak ölçüde abanmaya ne hacet?... Hem de sonunda bu sayıda indirim yapmak zorunda kalmak gibi bir risk varken?...

[157]
Ve nihayetinde s¸unları yapmaya mecbur kalacaksınız :

— Birkenau-Auschwitz levhasını deg˘is¸tirip ölü sayısını 4 milyondan 1 milyona indirmek.

— Dachau "Gaz odası"nın levhasını deg˘is¸tirip bunun hiçbir zaman faaliyete geçmedig˘ini açıklamak.

— Paris'teki "Vélodrome d'Hiver" levhasını da, buraya yerles¸tirilen Yahudiler'in sayısını, sökülüp atılan ilk levhada yazıldıg˘ı gibi 30. 000 deg˘il, 8.160 olarak düzeltmek. 

Kaynak: Le Monde, 18 Temmuz 1990, s. 7.

 

Söz konusu olan bir ölüler muhasebesi yapmak değildir.

İster Yahudi olsun, isterse Yahudi olmasın, tek bir masumun öldürülmesi, zaten insanlığa karşı işlenmiş bir cinayet olma açısından yeterlidir. Fakat, bu hususta kurbanların sayısının hiçbir önemi yoksa, o zaman yarım asırdan daha fazla bir süreden beri şu değişmez altı milyon rakamına niçin saplanıp kalınmaktadır? Oysa, Katyn, Dresden veya Hiroşima ve Nagazaki'nin Yahudi olmayan kurbanlarının sayısı dokunulmaz olarak görülmemektedir. Kutsallaştırılan altı milyon rakamının aksine, onlar için hiçbir zaman böyle bir altın sayı olmamıştır. Tek bir kategorinin (haksız zulümlere maruz kaldıklarına kimsenin itiraz etmediği) kurbanlarını belirleyen bu sayı, zaten sürekli olarak revize i gözden geçirilmiş ve indirime gidilmek mecburiyetinde kalınmıştır.

Bu sayılara sadece Auschwitz-Birkenau kampı açısından bakalım:

— Alain Resnais'nin gerçekten çok güzel ve çok heyecan ve rici Gece ve Sis filmi 1955'te 9 milyon diyordu.

Savaş Tarihi İçin Yararlı Belgeler. Toplama Kampları'na göre (Fransız Yayın Ofisi, 1945, s. 7) 8 milyon.

— Sovyet raporuna göre 4 milyon. Mahkeme'nin statüsünün 21. maddesi gereği, bu rapor Nürnberg Mahkemesi'ne sahih delil olarak sunulmuştur. Söz konusu madde şöyle diyordu :

[158] "Müttefik hükümetlerin soruşturma komisyonlarının resmı belge ve raporları sahih deliller niteliğindedir." Aynı 21. madde şunu da beyan ediyordu: "Bu mahkeme herkesçe bilinen olaylar için delil getirilmesini istemeyecektir. Bu tür olayları itirazsız olarak kabul edecektir."

— Tarihçi Léon Poliakov'a göre 2 milyon: Kinin Elkitabı, Calmann Lévy, 1974, s. 498.

— Tarihçi Raul Hilberg'e göre de 1 milyondur: Avrupa Yahudiler'İn İmhası, I˙ngilizce baskısı, Holmes and Mayer, 1985, s. 895.

İşte nihayet, Revizyonistlerin tenkitlerinin baskısı altında her menşeden bilginler tarafından yapılmış, uzun tarihî araşurmalar sonunda, C.N.R.S. Şimdiki Zaman Tarihi Enstitüsü Müdürü François Bédarida, Le Monde'da çıkan ve "Auschwitz Kurbanlarının Tahmini" başlıklı bir makalesinde çalışmalarını şöyle özetlemektedir:

"Ortak hafızada dört milyon rahamı yer etmiştir. Bir Sovyet raporuna itimat edilerek benimsenen bu raham bugüne kadar Auschwitz'de, Nazizm kurbanlarının hatırasına dikilmiş anıtın üzerinde yer alıyordu. Öte yandan Kudüs'deki Yad Vashem müzesi ise gerçeğin çok üstünde bir rakam ileri sürüyordu.

Halbuhi savaş sonrasından itibaren bilim adamları işe koyuldular. Onların yaptıkları sabırlı ve titiz çalışmalardan çılwn sonuç, hiçbir ciddî temele dayanmayan dört milyon rahamının artık benimsenemeyeceğiydi.

Aslında mahkeme Eichmann'ın bir beyanını esas almıştı. Buna göre, imha siyaseti dört milyonu bu kamplarda olmah üzere altı milyon Yahudi'nin ölümüne yol açmıştı. Halbuhi şimdi en yeni çalışmalara ve en güvenilir istatistiklere bahtldığında (ki Raul Hilberg'in "Avrupa Yahudiler'inin Imhası" eseri [Fayard, 1988] bunlardan biridir), Auschwitz'de yaklaşık bir milyon kişinin ölmüş olduğu sonucuna varılmahtadır. Bu yekûn bütün uzmanlar tarafından doğru kabul edilmektedir, zira bugün bu

[159] uzmanlar en az 950 bin ile en çok 1 milyon 200 bin arasında oynayan bir kurban sayısı üzerinde fihir birliğine varmış bulunuyorlar." 

Kaynak: Le Monde, 23 Temmuz 1990.

Auschwitz - Birkenau'daki kurban sayısı 4 milyondan 1 milyona resmen indirilmiş olduğu halde, şu toplam rakam yine aynen tekrar edilip durulmaktadır: İmha edilen Yahudi sayısı 6 milyon. ([1]) Bu garip aritmetiğe göre: 6 - 3 = 6.

Yukarıda verdiğimiz tahmin dizisi sadece Auschwitz kampıyla ilgilidir. Diğer kamplar için de benzer bir ispatlama yoluna gidilebilir.

Sözgelimi, Majdanek'te kaç kişi öldü?

— Lucy Dawidowicz'e göre 1 milyon: The War Against the Jews, Penguin Books, 1987, s. 191.

 — Lea Rosch ve Eberard'a göre üç yüz bin. Jaeckel: Der Tod ist ein Meister im Dritten Reich, Ed. Hoffmann und Campe, 1991, s. 217.

— Raul Hilberg'e göre elli bin (age).

Şu halde soru kendiliğinden ortaya çıkıyor. Alman Neo-Naziler'in (veya Fransa'da aşırı sağcı falan partinin) propagandasına hizmet edip onların şöyle bir mantık kullanmasına imkan tanımaktan başka nedir bu yapılan: "Sizler Yahudi hurbanların sayısı meselesinde yalan söylemiş olduğunuza göre, Hitler'in cinayetlerini niçin abartmış olmayasınız?"

Nazi vahşetinin cinayetlerini küçük göstermeye çalışanlarla mücadele, sofuca yalanlarla değil, aksine hakikatle yapılır. Çünkü barbarlığa karşı en iyi savcı hakikattir.

[160]
Yahudilerin katledilme vasıtaları üzerinde de yukarıdaki rakamlara benzer kafa karıştırıcı değişiklikler yine şüphelerin doğmasına sebebiyet verebilir :

— 3 Haziran 1942 tarihli New York Times günde 1.000 Yahudi'nin kurs¸una dizildig˘i bir "idam odası"ndan bahseder.

— 7 S¸ubat 1943'te aynı gazete is¸gal altındaki Polonya'da "kan zehirleme istasyonları"ndan söz eder.

— Aralık 1945'te, Der letze Jude aus Polen (Europa - Verlag, Zürih, New-York) kitabının s. 290 ve devamında, Stefan Szende Yahudildi çok büyük bir havuza sokar ve orada onlarıidam etmek için çok yüksek voltajlı bir elektrik akımına maruz bırakır. Noktayı şöyle koyar: "Bir milyon insanın idamı meselesi halledilmişti."

— 14 Aralık 1945 tarihli Nürnberg belgesi P.S. 3311, bir tutanakta kurbanların "yakıcı buhar odaları"nda haşlanmış olduklarını ileri sürer.

— İki buçuk ay sonra (Şubat 1946) aynı mahkeme, kaynar su buharlı odaları gaz odaları ile değiştirir. 1946'da Simon Wiesenthal idam odalarına bir değişiklik getirir: Bu odalarda, öldürülmüş Yahudiler'in yağlarının sabun yapılmak üzere toplandığı harklar vardı. Her sabun kalıbının üzerinde RJF (saf Yahudi yağı) yazısı bulunuyordu. 1958'de yayımlanan Gece kitabında yazar gaz odalarına hiçbir imada bulunmaz, fakat Almanca çevirisinde (Ullstein Yayınları) "ölü yakma fırını" Krematorium kelimesiyle deg˘il de, "gaz odası" diye tercüme edilmis¸tir.

Daha başka değişik görüşler de ortaya atılmıştır. Meselâ, vagonlar içine yayılan sönmemiş kireçle ölüm gibi. Bunu Polonyalı Jan Karski ileri sürmüştür. Kitabının adı: Story of a Secret State, ed. The Riverside Press, Cambridge. Fransızca tercümesi: Dünya Onünde Bir Şahit, Ed. Self, Paris, 1948.

Fakat televizyon, basın ve okul kitaplarıyla geniş kitlelere en fazla duyurulan iki tür öldürme şekli şunlardır: Biri, Zyklon B

[161] gazı ve diğeri de dizel motorların egzoz dumanlarının içeriye verilmesi düzeneğine sahip katil kamyonlar.

Bu hususta en hafifinden diyebileceğimiz şey -yine bu konuda da Hitler hayranlarına propaganda malzemesi vermemek için- şudur ki, ne Nürnberg Mahkemesi tarafından, ne de daha sonra savaş suçlularını yargılamak zorunda kalan bir başka mahkeme tarafından, suç aletinin kesin olarak ne olduğunun ortaya konması için hiçbir bilirkişi görevlendirilmemiştir. 

* * * 

Bir başka acı örnek, Dachau kampıdır. Nürnberg'de davalar sırasında gösterilen Nazi vahşetlerini ele alan film bir tek "gaz odası" vermişti. Bu da Dachau gaz odası idi. Turistlere ve okul öğrencilerine göstermek için Dachau'ya geziler düzenlendi. Bugün ise ilgi çekmeyen bir pankart, burada kimseye zehirli gaz verilmediğini, çünkü "gaz odası"nın hiçbir zaman tamamlanamadığını duyurmaktadır.

Şimdi turiste veya buraları kutsal yerlermiş gibi gören ziyaretçiye, zehirli gaz la öldürmelerin Doğu'da, savaş öncesi Almanya'sının sınırları dışında olduğu söyleniyor.

Münih Çağdaş Tarih Enstitüsü üyesi Martin Broszat'ın 19 Ağustos 1960'da Die Zeit'de yayımlanan bir bildirisi zaten belirtiyordu: "Ne Dachau, ne Bergen-Belsen, ne Buchenwald'da Yahudiler veya başkaları zehirli gazla öldürülmüşlerdir ([2]) ... Yahudiler'in zehirli gazla hitleler halinde imhaları... her şeyden önce işgal edilmiş Polanya toprakları (Eski Reich'in hiçbir yerinde

[162] değil) üzerinde 1941-1942'de başladı: Auschwitz- Birkenau'da, Sobibor'da, Treblinka'da, Chelmno ve Belzec'te."

Halbuki, bu Batı kamplarındaki "gazlamalar"ın görgü "şahitleri" bulunduğu kadar, Doğu kamplarındaki "gazlamalar"ın da görgü "şahitleri" vardı.

Hitlde itibarını yeniden kazandırmak isteyen bütün kişilere bu yolla açık verilmiyor mu? Meselâ onlar soracaklardır: Batı kamplarının "görgü şahitleri"nin anlattıklarını red dediyorsunuz da, Doğu kamplarından hayatta kalan kimselerin tanıklıklarını niçin doğru kabul ediyorsunuz?

Böylesi iddialar, onların eline şu pek çok şeyden şüphe edilmesi gerektiği kozunu verecektir: Baskıların, ıstırapların ve Yahudiler ile Nazi rejimine karşı çıkan diğer kimselerin öldürüldükleri gibi şüphe edilmez gerçeği dahi kuşkulu duruma sokacaktır. Meselâ 1933'ten itibaren ilk kurbanlar olan ve ilk toplama kampları kendileri için yapılan Alman komünistlerinin katliamını bile şüpheli gösterebileceklerdir.

Bırakın savaşan ülkelerin halklarını ayırım gözetmeden vuran bombardımanları, kölelerin çalıştırılması gibi, zorunlu çalışma, yollarda binlerce ceset bırakan gayri insanı şartlardaki sürekli kitle nakilleri, en barbarca uygulanan beslenme yetersizliği, kırıp geçiren tifüs salgınları, evet bütün bu trajedinin, Naziler'in vahşi antisemitizminin yol açtığı Yahudi katliamına dikkat çekmek için uydurulan o cehennemı alevlerle taçlandırmaya ihtiyacı var mıdır?

Bu durumda, (kurbanı ateşle imha demek olan) "Ho lokost"un o olağanüstü niteliğini her ne pahasına olursa olsun devam ettirmek için, "gaz odaları" hayaletini ortaya atmaya gerek var mıdır?

1980'de, ilk defa Yahudi katliamının eşi benzeri olmayan niteliği ünlü bir gazeteci olan Boaz Evron tarafından tartışma konusu yapıldı:

"... Sanki çok doğalmış gibi, ondan beklenen duyguları ve

[163] suçluluğu kendisine iyice anlatmak için (...), her önemli misafir, Yad Vashem müzesine mecburi ziyarete götürülüyor."

"Dünyanın bizden nefret ettiğini ve bize işkence ettiğini sanarak, dünya karşısındaki davranışlarımızın muhasebesini yapmak gereğinden kendimizi muaf tutuyoruz." Dünyadan ve kanunlarından paranoyak bir şekilde uzaklaşma, bazı Yahudiler'i Yahudi olmayanları alt insanlar olarak görmeye ve böylece de Naziler'in ırkçılığına denk bir tavır almaya götürebiliyordu. Evron, Nazi antisemitizmi ile Arap düşmanlığını birbirine karıştırma eğilimine karşı uyardı. Şöyle diyordu: "Bir ulkenin yönetici sınıfını, o ülkenin siyasi propagandasından ayıramayız, çünkü bu propaganda onun realitesinin bir parçası olarak sunuluyor. Onun için, yönetenler, bizzat kendilerinin ortaya koydukları efsaneler ve canavarlarla dolu bir dünyada iş görüyorlar." 

Kaynak: Boaz Evron: "Soykırım: Millet  Için Bir
Tehlike
" Iton 77 no 21, Mayıs- Haziran 1980, s. 12 ve dev.

İyi niyetinden şüphe etmediğimiz milyonlarca insanın zihninde, "ölü yakma fırını" ile "gaz odası"nın birbirine karıştırılmasına ve dolayısıyla Hitler'in kamplarında tifüs salgınlarının yayılmasını önlemek için önemli bir sayıda ölü yakma fırınının var olmasının kafa karıştırmasına rağmen, her şeyden önce ölü yakma fırını yeterli bir delil değildir. Çünkü bütün büyük şehirlerde, Paris'te (Père Lachaise'de), Londra'da ve bütün önemli başkentlerde ölü yakma fırınları mevcuttur ve buralarda ölülerin yakılması kesinlikle bir halkları imha iradesi anlamı taşımaz.

Öyleyse ateşli imha dogmasını oturtmak için "gaz odaları"nın ölü yakma fırınlarına eklemlenmesi gerekti.

Birinci zaruret, bunların varlıg˘ını ispatlamada ilk basamak, bu tedbirin alınmasını isteyen yazılı emri ortaya koymaktı. Oysa Alman yetkililer tarafından çok titiz bir s¸ekilde düzenlenmis¸ olan ars¸ivlerde ve Hitler'in bozgunu sırasında müttefikler tarafından bütün ele geçirilenler içinde, ne bu tes¸ebbüs

[164] için ayrılmış bütçeler, ne bu odaların inşası ve işleyişi ile ilgili talimatlar, tek kelimeyle, her normal adlî soruşturmada olduğu gibi, "suç âleti" nin tesbitine imkân verecek hiçbir şey bulunamadı. Böyle bir şeyasla ortaya konulamadı.

"Görgü tanıkları"nın sayısız şahadetlerine rağmen, eski Reich toprakları içinde zehirli gazla adam öldürme olmadığı resmen kabul edildigi halde, aynı şahadetlerin sübjektifliği kriterinin, Doğu kampları, özellikle de Polonya ile ilgili hususlarda benimsenmemesi dikkate şâyândır. Bu "şahadetler" mahkemenin güvenilirliğine gölge düşürmüş olsalar bile.

Dachau Müzesi oyunu, oraya Holokost dogması öğretilmek üzere götürülen binlerce çocuğu kandırmakla kalmadı, aynı zamanda yetişkinleri de aldattı. Dominiken Papaz ı Morelli bunlardan biridir. Kendisi Umutsuzluk Toprağı adlı eserinde (Ed. Bloud et Gay, 1947, s. 15) şöyle der: "Cellât Naziler'in zehirli gaz verilen zavallıların kıvranıp kıvrıldıklarını aynı tarzda görebildikleri o uğursuz küçük pencereciğe dehşet dolu gözlerimi dayadım."

Böylesine özenle devam ettirilen bu masaldan, Buchenwald veya Dachau'nun eski sürgünleri de dahil, etkilenmeyen kimse kalmamıştır. Büyük bir Fransız tarihçisi, Caen Fakültesi fahrî dekanı, Enstitü üyesi ve eski Mauthaussen sürgünü Michel de Boüard, 1986'da şu açıklamayı yapıyordu:

"1954'te Mauthaussen hakkında yazdığım(...) kitapta, iki yerde gaz odalarından bahsediyorum. Zaman geçip de düşünmeye vakit bulunca, kendi kendime sordum: Mauthaussen'de gaz odası bulunduğu kanaatini nereden edindim? Benim kaldığım süre içinde kampta böyle bir yer yoktu, zira ne ben ne başka bir şahıs bunun olabileceğinden kuşkulanmıştı; öyleyse savaş sonrasızihnime yüklediğim bir "yük"tü bu, öylece kabullenilmişti. Sonra, metnimde -beyanlarımın ekserisini kaynaklara dayandırdığım halde- gaz odalarıyla ilgili hiçbir kaynak göstermediğimi farkettim.

Kaynak: Ouest-France, 2 ve 3 Ag˘ustos  1986, s. 6.

[165]

Jean-Gabriel Cohn-Bendit daha önceden yazmıştı: "Bizim emin olduğumuz hususlarda artık bize inanılmaması pahasına da olsa, kamplarda turistlere göterilen, oysa şimdi hiçbir zaman olmadıkları bilinen bu gaz odalarının yıkılmaları için savaşalım." 

Kaynak: Libération, 5 Mart 1979, s. 4.

Nürnberg'de mahkemeye ve bütün sanıklara gösterilen filmde, sunulan tek gaz odası Dachau'daki gaz odası idi.

Siyonist eğilimli, Münih Çağdaş Tarih Enstitüsü adına Broszat, 26 Ağustos 1960'ta, Die Zeit'te (s. 14) şunu yazıyordu: "Dachau gaz odasıhiçbir zaman tamamlanmamış ve asla çalıştırılmamıştır. "

1973 yazından bu yana, duşlarm karşısındaki bir pankartta şu açıklama yer alıyor: "Banyo salonu olarak kamufle edilen bu gaz odası, hiçbir zaman hizmete sokulmamıştır." Pankartta, zehirli gazla ölüme mahkûm edilenlerin Doğu'ya nakledilmiş oldukları ilâvesi bulunuyor.

Fakat Dachau "gaz odası", toplu imha yerlerinden biri olarak, Nürnberg sanıklarına fotoğrafı gösterilen tek gaz odasıdır ve Goering ile Streicher dışındaki bütün sanıklar buna inanmışlardır.

 

 



[1] Philadelphia'da The Jewish Publication Society of America tarafından yayımlanan The American Jewish Year Book, n. 5702, 22 Eylül 1941'den 11 Eylül 1942'ye, c. 43, sayfa 666'da belirtiyor ki Nazi yayılması Rusya'ya kadar uzanıp azami noktaya eriştikten sonra, 1941'de Almanya'da kalan Yahudiler de hesaba katıldığında, Almanya boyunduruğundaki Avrupa'da üçmilyon yüz on yedi bin yüz yirmi iki (!) Yahudi vardı. Peki bu kadar Yahudi'den altı milyon nasıl imha edilebiliyor?

[2] Böylece bu kamplarda "zehirli gaz kullanıldığı" esasına dayanan Nürnberg "kararları"na bir kere daha ters düşülüyor. Martin Broszat 1972'de Münih Çağdaş Tarih Enstitüsü'ne müdür oldu. Bu açıklama o kadar önemliydi ki "görgü tanıkları"nın bir yığın "tanıklıkları" bu kamplarda gaz odalarının varlığını ileri sürmüştü ve Dachau "zehirli gaz odası"nı "yeniden oluşturan" bir sahne, ziyaretçileri en güçlü bir şekilde etkileyen belgeydi.

Zaten Nürnberg Mahkemesi'nde, Sir Harley Shawcross, 26 Temmuz 1946'da belirtir: "Sadece Auschwitz ve Treblinka'da değil, Dachau'da da zehirli gaz odaları vardı..." (TMI, c. 19, s. 4563).



[ 1 ] [ 2 ] [ 3 ] [ 4 ] [ 5 ] [ 6 ] [ 7 ] [ 8 ]

[ PDF ]

——————————————————————