No hate. No violence
Races? Only one Human race
United We Stand, Divided We Fall
Radio Islam
Know Your enemy!
No time to waste. Act now!
Tomorrow it will be too late

English

Franç.

Deutsch

عربي

Sven.

Español

Portug.

Italiano

Русск.

бълг.

Hrvat.

Češt.

Dansk

Suomi

Magyar

Neder.

Norsk

Polski

Rom.

Srpski

Slov.

Indon.

فارسی

Türkçe

日本語

汉语


ROGER GARAUDY 

İsrail

Mitler ve Terör

[ 1 ] [ 2 ] [ 3 ] [ 4 ] [ 5 ] [ 6 ] [ 7 ] [ 8 ]

 [ 3 ]

 

[65]

  

Ikinci Bölüm

———————

YIRMINCI YÜZYILIN EFSANELERI

[67]

  1. Siyonist Antifaşizm Efsanesi

1941 yılında, I˙zak S¸amir, "Ingiltere'ye karşı Hitler ile, Nazi Almanya'sıyla bir ittifakı öğütlemekle, ahlâki açıdan affedilmez bir cinayet" işlemiştir.

Bar Zohar, Silâhlı Peygamber, Ben Gourion, Paris, 1966, s. 99.

 

Hitler'e karşı savaş başladığında, Yahudi örgütlerinin neredeyse tamamı müttefiklerin safında yer aldı ve hatta Weizmann gibi çok önemli liderlerden bazıları müttefikler lehinde tavır aldılar, fakat o dönemde hayli azınlıkta olan Alman siyonist grup ters bir tutum takındı ve 1933'ten 1941'e kadar, Hitler'le uzlaşmalı ve hatta işbirlikçi bir politika yürüttü. Nazi yetkililer, bir yandan Yahudildi ilk önce kamu hizmetlerinden çıkarıp uzaklaştırarak onlara baskı ve zulüm yaparken, diğer yandan Alman siyonist yöneticilerle diyalog kuruyor ve onları avlamakta oldukları "Alman toplumuyla bütünleşmeci" Yahudiler'den ayrı tutarak kendilerine sevgi ve saygı gösteriyorlardı.

Hitlerci otoritelerle gizli anlaşma itharnı Yahudiler'in ezici çoğunluğu için söz konusu edilemez. Bu çoğunluk içinde bazıları İspanya'da, 1936'dan 1939'a kadar, Milletlerarası Tugaylar'da ([1]) faşizme karşı -silâhla- mücadele etmek için yola koyulmuşlar ve savaşı bile beklememişlerdi. Diğer bazıları, Varşova

[68] genolarına varıncaya kadar, bir "Yahudi Mücadele Komitesi" kurdular ve savaşarak ölmesini bildiler. Fakat bu itham, siyonist idarecilerin çok güçlü bir şekilde teşkilatlanmış azınlığına karşı yapılmaktadır. Bu siyonist azınlığın tek amacı kudretli bir Yahudi devleti.kurmaktı.

Onların kudretli bir Yahudi devleti kurma hedefleri ve hatta ırkçı bir dünya görüşüne sahip olmaları, kendilerini Nazi karşıtı olmaktan çok İngiliz karşıtı olmaya götürüyordu.

Bu kişiler savaştan sonra, Menahem Begin veya İzak Şamir gibi, İsrail devletinin birinci plandaki yöneticileri oldular. 

* * *

5 Eylül 1939 tarihinde -İngiltere ve Fransa'nın Almanya'ya savaş açmasından iki gün sonra-, Yahudi Ajansı Başkanı Chaim Weizmann, İngiltere Krallığı Başbakanı Chamberlain'e bir mektup gönderdi ve şunları yazdı: "Biz Yahudiler, Büyük Britanya'nın yanındayız ve Demokrasi için çarpışacağız." Şu açıklamada da bulundu: "Yahudi vekiller, insan, teknik, maddi yardım bakımından bütün güçlerinin ve bütün kapasitelerinin kullanılmasına izin vermek için derhal bir anlaşma yapmaya hazırdırlar", 8 Eylül 1 939'da Jewish Chronicle'de de yayımlanan bu mektup, Yahudi aleminin Almanya'ya karşı savaş ilânının kesin bir belgesini oluşturuyordu. Ayrıca bu mektup, "Almanya'ya karşı savaş halinde olan bir halkın tebaları" olmaları dolayısıyla bütün Alman Yahudilerini, toplama kamplarında gözetim altına alma problemini de gündeme getiriyordu. Nitekim

[69] Amerikalılar da, Japonya'ya karşı savaşa girdikleri zaman, Japon kökenli kendi vatandaşlarını kamplara almışlardı. 

* * *

Hitler ve Musolini faşizmi döneminde siyonist yöneticiler, antifaşist mücadeleye karşı sabotajdan işbirlikçiliği teşebbüsüne kadar uzanan kaypak bir davranış sergilediler.

Siyonistlerin asıl gayesi Yahudilerin hayatlarını kurtarmak değil, Filistin'de bir Yahudi devleti kurmaktı. İsrail devletinin ilk yöneticisi olan Ben Gourion, 7 Aralık 1938'de, "Labour" siyonistlerinin önünde açık ve net olarak şöyle der: "Eğer bilsem ki hepsini Ingiltere'ye götürerek bütün Almanya (Yahudi) çocuklarının tamamını kurtaracağım ve İsrail Toprağı'na götürerek de ancak yarısını kurtaracağım, ben ikinci çözümü tercih ederim. Zira bizler yalnızca bu çocuklann hayatını değil, İsrail halkının tarihini de düşünmek zorundayız."

 

Kaynak: Yvon Gelbner, Zionist Policy and the Fate of European
Jewry
, Yad Vashem incelemeleri içinde. Kudus, cilt 12, s. 199.

"Avrupa'daki Yahudiler'in kurtarılması, yönetici sınıfın öncelikleri listesinin başında yer almıyordu. Yahudi devletinin kurulması onların gözünde en önemli ve en öncelikli meseleydi." 

Kaynak: Tom Segev, Yedinci Milyon,
Ed. Liana Levi, Paris, 1993, s. 539.

"[...] Bize ihtiyacı olan herkese, herbirinin niteliklerini hesaba katmadan yardım etmeli miyiz? Bu harekete siyonist millî bir nitelik vermemeli ve İsrail Toprağı ve Yahudilik için yararlı olabilecekleri öncelikle kurtarmaya çalışmamalı mıyız? Soruyu bu şekilde sormanın gaddarca olduğunu biliyorum, fakat maalesef açıkça ortaya koymalıyız ki, eğer biz 50 bin kişi arasından ülkenin inşasına ve millî rönesansa katkıda bulunabilecek 10 bin kişi ile bizim için bir yük veya daha doğrusu ölü bir yük haline ge-

[70] lecek olan bir milyon Yahudi arasında tercih yapacak olursak, yüzüstü bırakılan milyonların ithamlarına ve çağrılarına rağmen- bizler kurtarılabilecek olan bu 10 bini kurtarmalı ve bunlarla sınırlı kalmalıyız.

Kaynak: Yahudi Ajansı'nın Kurtarma Komitesi
Memorandumu
, 1943. Zikreden Tom Segev, age.

Bu fanatik tutum, sözgelimi, Nazi Almanya'sı mültecilerinin nerelere yerleştirilmesi gerektiğini tartışmak üzere 31 milletten heyetlerin bir araya geldiği Temmuz 1938'deki Evian Konferansı'nda siyonist heyetin tavrında da kendini göstermiştir: Siyonist heyet, mümkün olan tek çare olarak, iki yüz bin Yahudi'nin Filistin'e kabul edilmesini istedi.

Yahudi devleti onlar için Yahudiler'in hayatından daha önemliydi.

Siyonist yöneticiler için baş düşman asimilasyon'dur. Onlar, Hitler'inki dahil her ırkçılığın şu temel hedefi konusunda aynı kanaattedirler: Saf kanı koruma. Bu yüzden, Almanya'dan, sonra da ele geçirdikleri diğer Avrupa ülkelerinden bütün Yahudiler' i kovup atmak gibi canavarca gayelerini kamçılayan sistemli Yahudi düşmanlıklarına rağmen, Naziler siyonistleri değerli muhataplar olarak görüyorlardı, çünkü siyonistler onların bu gayesine hizmet ediyorlardı.

Bu gizli anlaşmanın delilleri mevcuttur. Nitekim Almanya Siyonist Federasyonu, Nazi Partisine 21 Haziran 1933'te özellikle şu hususları belirten bir memorandum gönderir:

"Irk ilkesini temel almış olan yeni devletin kuruluşunda, bizler cemaatimizi bu yeni yapılara uydurmayı temenni ediyoruz... Bizim Yahudi milliyetini kabulümüz bize Alman halkıyla ve onun millî ve ırki gerçekleriyle açık ve samimi ilişkiler kurma imkanı vermektedir. Bu tavrımız şüphe götürmez, çünkü bizler bu temel ilkeleri küçük görmüyoruz, çünkü bizler de Yahudi topluluğunun sajlığının korunması için karma evliliklere karşıyız...

[71] Kendilerini temsilen konuştuğumuz, kimliklerinin bilincinde olan Yahudiler, Alman devlet yapısı içinde yerlerini alabilirler, zira onlar asimile olmuş Yahudilerin duyabilecekleri hınçtan kendilerini kurtarmışlardır; ... bizler cemaatlerinin bilincinde olan Yahudiler ile Alman devleti arasında dürüst ilişkiler kurulmasının mümkün olduğuna inanıyoruz.

Bu pratik hedejlere erişebilmek için siyonizm, Yahudi/de temelden düşman bir hükümetle dahi işbirliği edebileceğini ümid etmektedir... Siyonizmin gerçekleştirilmesi sadece dışarıdaki Yahudiler'in Almanya'nın bugünkü yönetimine karşı hınçları yüzünden engellenmektedir. Halihazırda Almanya'ya karşı yürütülmekte olan boykot propagandası, özü itibariyle siyonist değildir...

Kaynak: Lucy Dawidowicz,
A Holocaust Reader, s. 155.

Memorandum şunu da ilave ediyordu: "Almanlar'ın bu işbirliğini kabul etmeleri durumunda, siyonistler yabancı ülkelerdeki Yahudildi Alman aleyhtarı boykottan uzak tutma çabasında bulunacaklardır.

Kaynak: Lucy Dawidowicz, The War Against the Jews
(1933-1945)
, Ed. Penguin books, 1977, s. 231-232.

Hitlerci yöneticiler siyonist liderlerin bu tavrını memnuniyetle karşılarlar. Çünkü siyonistlerin Filistin'de devletlerini kurmaya yönelik bu tek amaçları, onların Yahudiler'den kurtulma arzularıyla örtüşüyordu. Önde gelen Nazi teorisyenlerinden Alfred Rosenberg, şunları yazar: "Alman Yahudileri'nin her yıl belli bir kısmının Filistin'e taşınması için siyonizm ciddiyetle desteklenmelidir.

Kaynak: A. Rosenberg, Die Spur des Juden
im Wandel der Zeiten
, Munich, 1937, s. 153.

Daha sonra Çekoslovakya'da "Protektör" olmuş olan Reinhardt

[72] Heydrich, 1935'te, S.S. Güvenlik Örgütü başkanı iken, S.S.'in resmî organı Das Schwarze Korps'ta "Görünmeyen Düşman" hakkında bir yazı yazdı. Bu .lazıda, Yahudiler arasında ayırım yapıyordu: "Yahudiler'i iki kategoriye ayırmalıyız: Siyonistler ve asimilasyon yanlıları. Siyonistler tavizsiz bir ırkçılık anlayışını savunuyor ve Filistin'e göç yoluyla, kendi Yahudi devletlerinin kurulmasına yardım ediyorlar... Bizim iyi dileklerimiz ve resmî iyi niyetimiz bu kimselerden yanadır. " 

Kaynak: Hohne, Order of the Death's Head, s. 333.

"Alman Betar yeni bir ad aldı: Herzlia. Almanya'daki hareketin faaliyetleri elbette Gestapo'nun tasvibini alarak yapılmalıydı; aslında Herzlia, Gestapo'nun himayesinde faaliyet gösteriyordu. Bir gün, bir grup SS Betar'ın yaz kampına saldırdı. Bunun üzerine hareketin lideri Gestapo nezdinde şikayette bulundu ve birkaçgün sonra, gizli polis sözkonusu SS'in cezalandırıldığını açıkladı. Gestapo, Betar'a nasıl bir telâfinin kendisine uygun geleceğini sordu. Hareket; yakınlarda konmuş olan kahve renkli gömlek giymeleri yasağının kaldırılmasını istedi; bu istek derhal kabul edildi. " 

Kaynak: Ben-Yeruham, Betar'ın  Kitabı, c. 2, s. 350.

Wilhelmstasse'ın bir genelgesinde şu ifadeler bulunuyor: "İlk sırasında siyonistlerin bulunduğu bu kategorinin (asimilasyana karşı çıkan ve dindaşlarının millî bir yuvada bir araya gelmelerinden yana olan Yahudiler'in) güttüğü gaye, aslında Alman politikasının Yahudiler'e karşı takip ettiği gayeden pek az uzaktır." 

Kaynak: Bülow-Schwante'ın Reic'in bütün diplomatik
misyonlanna genelgesi, no. 83, 28 Şubat 1934.

"Bülow-Schwante İçişleri Bakanlığı'na yazdığı yazıda, Almanya'daki siyonist faaliyeti idari tedbirlerle engellemeye hiç gerek yok, çünkü siyonizm, hedefi Almanya Yahudiler'ini tedricen

[73] sınırdışı etmek olan nasyonal sosyalizmin programına zıt bir hareket değildir." 

Kaynak: Mektup no. ZU 83-21.  28/8 13 Nisan 1935.

Önceki tedbirleri tasvip eden bu direktif harfiyen uygulandı. Siyonizmin Almanya'daki bu imtiyazlı durumundan ötürü, Bavyera Gestapo'su 28 Ocak 1935'te emniyet teşkilatına şu genelgeyi gönderiyordu: "Siyonist teşkilatın üyeleri, Filistin'e göçkonusundaki faaliyetlerinden ötürü, Alman (asimilasyoncu) Yahudi örgütlerinin üyelerine uygulanan mecburi sertlikle muamele edilmemelidirler." 

Kaynak: Kurt Grossmann, "30'lu yıllann Nazi kanunlan
önünde siyonistler ve siyonist olmayanlar", Yearbook, c. 6, s. 310.

"Alman Yahudiler'i siyonist örgütü, Hitler'in iktidara gelişinden sonraki beş yıl demek olan 1938'e kadar meşru bir varlığa sahiptiler...

Jüdische Rundschau (Alman siyonistlerin gazetesi) 1938'e ka dar yayın hayatını sürdürdü."

 

Kaynak: Leibowitz, İsrail ve Yahudilik,
Ed. Desclée de Brouwer, 1993, s. 116.

Yahudi cemaatinin tek temsilcileri olarak resmen kabul edilmiş olmalarına karşılık, siyonist yöneticiler dünyanın bütün antifaşistlerinin gerçekleştirmeye çalıştıkları boykotu kırmayı teklif ediyorlardı.

1933'ten itibaren ekonomik işbirliği başladı. Hemen iki şirket kuruldu: Tel-Aviv'de "Haavara Company" ve Berlin'de "Paltreu" .

lşlemlerin yürütülüşü şöyleydi: Göç etmek isteyen bir Yahudi, Berlin'deki Wasserman Bank'a veya Hamburg'taki Warburg Bank'a asgari 1.000 Sterlinlik bir para yatırıyordu. Yahudi ihracatçılar bu parayla Filistin'e gönderilmek üzere Alman mallarısatın alıyorlardı ve karşılığını Haavara'nın hesabına, Tel-Aviv'deki İngiliz-Filistin Banka'sına Filistin lirası olarak yatırıyorlardı.

[74] Göçmen Filistin'e vardığında, Almanya'da yatırmış olduğu paranın değerinde bir parayı bankadan çekebiliyordu.

Geleceğin İsrail başbakanlarının pek çoğu Haavara girişimine iştirak etmişlerdir. Bunlar arasında özellikle Ben Gurion, Moşe Şaret (ki o zamanlar adı Moşe Şertok idi), bu teşebbüsü New-York'tan desteklemiş olan Madam Golda Meir ve o sırada Berlin'de temsilci olan Levi Eshkol'ü sayabiliriz. 

Kaynak: "Ben Gurion ve Shertok", Black içinde: "Daavara"
Uzlas¸ması, s. 294. Zikreden Tom Segev, age., s. 30 ve 595.

Bu işlem iki tarafın da yararınaydı: Naziler bu yolla ablukayı yarmayı başarıyorlardı (siyonistler Alman mallarını İngiltere'de bile satmaya muvaffak oldular), siyonistlerse kendilerinin istediği şekilde "seçmeci" bir göç hareketini gerçekleştiriyorlardı, yani sadece milyonerler göç edebiliyordu (bunların sermayeleri Filistin'deki siyonist yerleşimin gelişmesine imkan hazırlayacaktı). Siyonizmin amaçlarına uygun olarak, Nazi Almanya'sından girişimlerinin gelişimine katkısı olacak Yahudi sermayesini kurtarmak, kendileri için bir yük olacak olan işe veya savaşa elverişsiz, sefil Yahudiler'in hayatlarından daha önemliydi.

Bu işbirliği politikası 1941'e (yani, Hitler'in iktidara gelişinden 8 sene sonrasına) kadar sürdü. Eichmann Kastner ile bağı kuruyordu. Eichmann davası, hiç değilse kısmen, bu suç ortaklığının nasıl çalıştığını; Yahudi devletinin kurulması için "yararlı" siyonist Yahudiler (zengin kişiler, teknisyenler, bir orduyu güçlendirmeye yarayacak gençler, vb ) ile Hitler'in ellerine bırakılmış daha az yararlı Yahudi kitlesi arasındaki bu "değiştokuşlar"ın nasıl yürütüldüğünü günyüzüne çıkardı.

Bu Komitenin Başkanı İzak Gruenbaum 18 ocak 1943'te, "siyonizm her şeyden önce gelir" parolasıyla şu açıklamalarda bulunuyordu:

"Onlar benim Yahudi düşmanı olduğumu, Sürgün'deki insanları

[75] kurtarmak istemediğimi, benim "a warm yiddish heart" taşı

madığımı söyleyecekler. [...] Bırakalım istediklerini söylesinler.

Ben Yahudi Ajansı'ndan Avrupa Yahudiliği'ne yardım için ne 300 bin ne de 100 bin Sterlin vermesini isteyeceğim. Ve ben bu tür şeylerin yapılmasını isteyen kimsenin Yahudi düşmanı (antisiyonist) bir davranış sergilediğini düşünüyorum." 

Kaynak: Gruenbaum, Yıkım Günleri, s. 68.

Ben Gurion'nun bakış açısı da böyleydi:

"Siyonistin görevi, Avrupa'da bulunan İsrailoğulları'nın "geri kalanı"nı kurtarmak değil, aksine Yahudi halkı için İsrail'in toprağını kurtarmaktır." 

Zikreden Tom Segev, age, s. 158.

 "Yahudi Ajansı'nın yöneticileri, şu hususta mutabık kalmışlardı: Kurtarılabilecek olan azınlık, Filistin'deki siyonist plânın ihtiyaçlan göz önünde bulundurularak seçilmeliydi."

Aynı kaynak, s.125.

İncelemeleri ve kitaplarıyla Yahudi davasının en tanınmış savunucularından biri olan Hannah Arendt bu tartışmalarda hazır bulunuyordu. Bunlarla ilgili bir kitap hazırladı: Eichmann Kudüs'te. Bu kitabında (s, 134-141), üçte ikisi siyonistler tarafından yönetilen "Yahudi Konseyleri" (Judenrat)'nin pasifliğini ve hatta suç ortaklığını ortaya koydu.

İsaiah Trunk'un Judenrat (Ed. Mac Millan New-York, 1972) kitabına göre: "Freudiger'in hesaplamalarına bakılırsa, eğer Yahudi Konseyleri'nin talimatlan dikkate alınmamış olsaydı, Yahudiler'in yüzde ellisi kurtanlabilecekti" (s. 141).

Nitekim Marek Edelman, 1993'te, İsrail'in Haaretz gazetesinden Edward Alter'e bazı açıklamalarda bulundu. Varşova gettosu Yahudi Mücadele Komitesi'nin hakiki teşvikçilerinin ve kahramanlarının isimlerini verdi. Bunlar, Edelman ile birlikte Bund sosyalistleri, antisiyonistler, komünistler, Troçkistler,

[76] Mihail Rosenfeld, Mala Zimetbaum ve Poalei Zion ile Hashomer Hatzair'in solcu siyonistlerinden bir azınlıktı.

Bu kişiler, tıpkı İspanya'daki Milletlerarası Tugaylar'ın Yahudi gönüllüleri ve işgal sırasında Fransa'da Göçmen Yahudi İşçiler'in yaptıkları gibi, ellerinde silâhla Nazizme karşı mücadele ettiler.

"Dünya Siyonist Teşkilatı" ve ardından da "Dünya Yahudi Kongresi" Başkanı Nahum Goldman, Otobiyografi'sinde, Çek Dışişleri Bakanı Edouard Bénès ile 1935'te dramatik karşılaşmasını anlatır: Çek Bakan, "Haavara" (transfer uzlaşmaları) yoluyla Hitler'e yapılan boykotu kırmalarından ve Dünya Siyonist Teşkilatı'nın Nazizme karşı direnişi reddetmesinden dolayı siyonistleri kınar.

"Hayatımda, çok sayıda can sıkıcı müzakerdere katılmak zorunda kaldım, fakat kendimi hiçbir zaman o iki saat içindeki kadar zavallı ve mahcup hissetmedim. Bénès'in haklı olduğunu hücrderime varıncaya kadar hissediyordum.

Kaynak: Nahum Goldman, Autobiographie,  age, s. 157-158 ve 260.

Siyonist yöneticiler I˙ngiltere'ye muhalefet etmesine güvenerek Musolini ile 1922'den itibaren temasa geçmis¸lerdi. Musolini onları, Ekim 1922'deki Roma'ya yürüyüs¸ünün ardından, 20 Aralık 1922'de kabul etti.  

Kaynak: Ruth Bondy, The Emissary:  A life of Enzo Sereni, s. 45.

Weizmann Musolini tarafından 3 Ocak 1923'te ve bir ikinci sefer de 17 Eylül 1926'da kabul edildi; Dünya Siyonist Teşkilatı Başkanı Nahum Goldman, 26 Ekim 1927'de, Musolini ile görüşme yaptı ve bu görüşmede Musolini ona şöyle dedi: "Bu Yahudi devletini kurmanızda size yardım edeceğim." 

Kaynak: Nahum Goldman: Autobiographie, age, s. 170.

Bu işbirliği zaten milletlerarası antifaşist mücadeleye karşı bir sabotaj oluşturuyordu. Bütün emeli, Filistin'de bir devlet

[77] kurmak olan siyonist politikaya tamamiyle bağlı bulunuyordu. Söz konusu işbirliği savaş boyunca, hatta Hitler'in Avrupa Yahudileri'ne karşı zulmünün en acımasızlaştığı dönemlerde bile devam etti.

Macar Yahudileri'nin toplama kampına gönderilmeleri sırasında, Siyonist Teşkilat'ın Başkan Yardımcısı Rudolf Kastner, Eichmann'la şu esas üzerinde görüşmelere oturdu: Eğer Eichmann, müstakbelİsrail devletinin kurulması için "yararlı" (kapitalistler, teknisyenler, askerler, vb...) 1684 Yahudi'nin Filistin'e gitmesine izin verirse, Kastner Eichmann'a, 460 bin Macar Yahudisi'ni Auschwitz kampına göndermenin değil, sadece basit bir transferin söz konusu olduğu hususunda ikna edeceğini vaad ediyordu.

Hakim Halevi, Eichmann'ın davası sırasında Kastner'in Nazi muhataplarından birini, yani Himmler'in cellâtlarından biri olan Standartenführer Kurt Becher'i kurtarmak için Kastner'in araya girdiğini hatırlatır.

Hakim, bu konuda kesin konuşmaktadır: "Kastner'in yaptığı şahitlikte ne hakikat vardı, ne de iyi niyet... Kastner bu mahkemedeki şahitliği sırasında, Becher lehinde müdahalede bulunduğunu inkar ettiği zaman, bile bile yalan yere yemin etti. Ayrıca, şu önemli olayı da gizledi: Onun Becher lehindeki girişimi, Yahudi Ajansı ve Dünya Yahudi Kongresi adına yapılmıştı... Kastner'in tavsiyesinin kendi şahsı adına değil, aynı zamanda Yahudi Ajansı ve Dünya Yahudi Kongresi adına yapıldığı açıktır... ve o yüzden Becher Müttefikler tarafından serbest bırakılmıştır."

Karar sonrasında, İsrail kamuoyu sarsıldı. Haaretz gazetesinde, 14 Temmuz 1955, Dr. Moşe Keren, "Kastner Naziler'le işbirliği etmiş olmakla suçlanmalıdır..." diye yazdı. Fakat Yediot Aharonoth akşam gazetesi (23 Haziran 1955), onun niçin böyle suçlanamayacağını izah ediyordu... "Şayet Kastner yargılanacak olursa, bu dava sırasında ortaya çıkacak olan hususların

[78] peşi sıra, bütün hükümet tam bir yıkımla karşı karşiya kalabilir. "

Ortaya çıkmasından korkulan husus, Kastner'in kendi başına değil, aksine diğer siyonist yöneticilerin oluruyla hareket etmiş olmasıydı. Onlar, bu dava sırasında, hükümette bulunuyorlardı. Kastner'in konuşmasını ve skandal ın patlak vermesini önlemenin tek yolu, Kastner'in bertaraf edilmesiydi. Gerçekten de Kastner, adalet sarayının merdivenleri üzerinde tam zamanında katledildi. Bunun üzerine İsrail hükümeti, kendisine iâde-i itibar için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Bu başvuru olumlu sonuçlandı.

Bu işbirliği politikası 1941'de doruk noktasına ulaştı. Nitekim bu tarihte, siyonistlerin en aşırı grubu olan ve önce Abraham Stern, onun ölümünden sonra da, içlerinde İzak Şamir'in de yer aldığı bir üçlü tarafından idare edilen "Lehi" (İsrail'in Kurtuluş Savaşçıları), "Büyük Britanya'ya karşı, Hitler'le, Nazi Almanya'sıyla ittifak kurmayı tavsiye etmek gibi, ahlâki açıdan affedilmez bir suç" işledi. 

Kaynak: Bar Zohar, Silahlı Peygamber,
Ben Gurion
, Fayard, Paris, 1966, s. 99.

Tanınmış işçi sendikacısı, Kibbutz Gueva üyesi Eliezer Halevi, Tel-Aviv'in haftalık Hotam dergisinde (19 Ağustos 1983), savaşın Avrupa'yı kasıp kavurduğu ve Mareşal Rommel'in askerî birliklerinin çoktan Mısır topraklarına ulaştığı bir sırada, İzak Şamir (o zamanki adı Yezernitsky idi) ve Abraham Stern tarafından imzalanmış ve Almanya'nın Ankara Büyükelçiliği'ne teslim edilmiş bir belgenin varlığından bahseder. Söz konusu belgede özellikle şöyle denilmektedir: "Görüş ve düşünce bakımından sizinle aynı kanaatteyiz. O halde karşılıklı olarak niçin işbirliği yapmayalım?" Haaretz 31 Ocak 1983 baskısında, üzerine gizli notu düşülerek, Ocak 1941'de Hitler'in Ankara Büyükelçisi Franz Von Papen tarafından üstlerine gönderilmiş,

[79] içinde Stern grubunun üyeleriyle olan münasebetleri anlatan bir mektup yayımladı. Bu mektuba Nazi gizli servisinin Şam'daki ajanı Otto Von Hentig'in Stern ve Şamir'in aracılarıyla yapılan müzakerelerle ilgili bir memorandum da eklidir. Orada bilhassa şöyle denilmektedir: "İsrail kurtuluş hareketi ile Avrupa'daki yeni düzen arasındaki karşılıklı yardımlaşma, 3. Reich şansölyesinin yaptığı konuşmalardan birine uygun düşecektir. Bu konuşmda Hitler, Ingiltere'yi tecrit etmek ve yenmek için her türlü güç birliği çarelerinin kullanılması gerekliliği üzerinde duruyordu." Bu belgeler Kudüs'teki Holokost Anıtı'nda (Yad Vachem), E234 151-8 numarası altında tasnif edilmiş olarak bulunmaktadır.

Stern grubunun tarihi liderlerinden biri olan İsrael Eldad, Tel-Aviv gazetesi Yediot Aharonoth'un 4 Şubat 1983 tarihli nüshasında yayımladığı bir makalesinde, kendi hareketi ile Nazi Almanya'sının resmi temsilcileri arasındaki bu görüşmelerin sahihliğini teyit eder. O bu yazısında, Alman anlayışına göre Avrupa'da oluşturulacak yeni bir düzen ile İsrail'in Kurtuluş Savaşçıları (grup Stern) tarafından temsil edilenFilistin Yahudi halkının özlemleri arasında bir menfaat birliğinin muhtemel olduğunu, meslektaşlarının Naziler'e izah ettiklerini açık açık ifade eder.

Bu yazının önemli yerlerini aktaralım:

"Filistin'deki Ulusal Askerî Teşkilat'ın (NMO), Avrupa Yahudi meselesinin çözümüyle (İrgun Zevai Leumi) ve NMO'nun Almanya yanında savaşa aktif katılımıyla ilgili temel ilkeleri."

"Alman Nasyonal Sosyalist Devleti yetkililerinin demeçIerinden anlaşılıyor ki, Yahudi meselesinin kökten halli, Avrupa Yahudi kitlelerinin (Judenreines Europa) boşaltılmasını içermektedir.

Avrupa Yahudi kitlelerinin bu boşaltılışı, Yahudi probleminin çözümünün ilk şartıdır, fakat bu, söz konusu kitlelerin Filistin'e, tarihî sınırları içinde ortaya çıkmış bir Yahudi devletine yerleştirilmeleriyle ancak mümkün olabilir.

[80] Yahudi sorununu kesin şekilde halletmek ve Yahudi halkını kurtarmak, "İsrail'in Kurtuluşu İçin Hareket"in (Lehi) ve onun Filistin'deki Ulusal Askerî Teşkilâtı'nın (İrgun Zevai Leumi) aktif politikasının ve uzun yıllar süren mücadelesinin hedefidir.

Reich hükümetinin Almanya içerisindeki siyonist harekete ve siyonist göç planlarına karşı takındığı hayırhah tavrı bilen NMO'nun görüş ve teklifleri şunlardır:

1) Alman anlayışına uygun olarak Avrupa'da yeni bir düzenin kurulması ile Yahudi halkının Lehi tarafından ortaya konan hakiki özlemleri arasında ortak çıkarlar bulunabilecektir.

2) Yeni Almanya ile yenilenmiş bir İbrani milleti (Völkisch Nationalen Hebraertum) arasında işbirliği mümkün olacaktır.

3) Millî ve totaliter bir temel üzerine oturmuş ve Alman Reich'ına bir anlaşmayla bağlanmış tarihi bir Yahudi devletinin kurulması, gelecekte Almanya'nın Ortadoğu'daki durumunu devam ettirmeye ve güçlendirmeye yarayabilecektir.

"İsrail'in Kurtuluşu İçin Hareket"in (Lehi) millî özlemleri Alman hükümeti tarafından tanınmak şartıyla, Ulusal Askerî Teşkilât (NMO) Almanya safında savaşa katılmayı teklif eder.

İsrail'in kurtuluş hareketinin işbirliği, Alman Reich Şansölyesi'nin geçenlerdeki demeci doğrultusunda olacaktır. Bu demecin de Sayın Hitler her müzakerenin ve her ittifakın Ingiltere'yi tecrit etmeye yaramasına dikkat çekiyordu.

Yapısı ve dünya anlayışı bakımından NMO, Avrupa totaliter hareketlerine sıkı sıkıya bağlıdır." 

Kaynak: Metnin Almanca orijinali, David Yisraeli'nin kitabında,
11 numaralı ekte bulunmaktadır: Alman Politikasında Filistin Meselesi,
1889'dan 1945'e, Bar I˙lan University, Ramat Gan, tsrad, 1974, s. 315-317.

Bu konuda bir düzine makale yayımlamış olan İsrail basınına göre, Naziler hiçbir zaman Stern, Şamir ve dostlarının tekliflerini ciddiye almamıştır.

Müttefiklerin askerî birlikleri Abraham Stern ve İzak Şa mir'in

[81] arabulucusu Naftali Lubençik'i bizzat Naziler'in Şam' daki gizli servis bürosunda 1941 yılında tu tuklamalarıyla birlikte müzakereler kesildi. Grubun diğer üyeleri, "terörizm ve düşman Nazi ile işbirliği" suçlarıyla 1941 Aralık ayında İzak Şamir'in Britanya yetkilileri tarafından tutuklanışına kadar, temasları devam ettirdiler.

Böyle bir geçmişe sahip olmak İzak Şamir'in başbakan olmasını ve bugün dahi, Batı Şeria'daki işgalin devam ettirilmesinin en ateşli savunucusu güçlü bir "muhalefet"in lideri olmasını engellemez. Çünkü işin gerçeği, siyonist yöneticiler, dahildeki rekabetlerine rağmen, aynı ırkçı hedefi takip etmekteler: Terör, mallarına elkoyma ve sınırdışı etme yoluyla Filistin'in bütün yerli Araplar'ını kovmak ve ülkenin tek fatihleri ve tek sahipleri olarak kalmak.

Ben Gurion açıkça söylüyordu:

"Begin su götürmez bir şekilde Hitler'in karakterini taşıyor. İsrail'in birliği rüyasını gerçekleştirmek için bütün Araplar'ı imha etmeye ve bu kutsal gaye için bütün vasıtaları kullanmaya hazır bir ırkçıdır.

Kaynak: E. Haber, Menahem Begin, the Man and the Legend,
Ed. Delle Book, New-York, 1979, s. 385
.

Aynı Ben Gurion, Araplar'la ortak yaşamanın mümkün olacağına hiçbir zaman inanmamıştır. Müstakbel devletin sınırları (İsrail) içinde ne kadar az Arap olursa o kadar iyi olacaktır. O bunu açıkça söylemez, fakat girişimlerinden ve uyarılarından çıkan sonuç nettir: Araplar'a karşı büyük bir saldırı, onların sadece hücumlarını kırmakla kalmayacak, devlet içinde Arap nüfusunun yüzdesini de azami ölçüde düşürecektir: "(...) Bunu ırkçılıkla itham edebilirler, fakat o zaman Filistin'de katıksız bir Yahudi kimliği oluşturma ilkesine dayanan bütün siyonist hareketi dava konusu etmek gerekecektir.

Kaynak: Bar Zohar, age, s. 146.

[82]

Kudüs'teki Eichmann Davası'nda, Başsavcı Haim Cohen hakimlere şu hatırlatmada bulunuyordu: "Eğer sizin felsefenizle örtüşmüyorsa, Kastner'i eleştirebilirsiniz... Fakat bunun işbirliği ile ne alâkası var?.. Bizim siyonist geleneğimizde, Filistin'e göçü düzenlemek için her zaman seçkin bir zümreyi ayırmak olagelmiştir... Kastner de bunun dışında bir şey yapmamıştır.

Kaynak: "Court record" 124/53, Kudüs district court.

Bu yüksek görevli adalet mensubu, aslında siyonist hareketin sürekli bir doktrinini dile getiriyordu. Bu doktrinin hedefi, Yahudiler'i kurtarmak değil, güçlü bir Yahudi devleti kurmaktı.

Yer Değiştirmiş Kişiler ile görevli Haham Klaussner, 2 Mayıs 1948'de, Amerikan Yahudi Konferansı'na bir rapor sunuyordu:

"Insanları Filistin'e gitmek için zorlamak gerektiği kanaatindeyim... Onlar için bir Amerikan doları hedeflerin en büyüğü olarak gözükmekte. "Zorlamak" kelimesiyle teklif ettiğim bir programı kastediyorum... Bu program daha önce ve çok yakınlarda işe yaradı. Polonya Yahudiler'inin boşaltılmasında ve "Toplu Göç" tarihinde yararlı oldu...

Bu programı uygulamak için, "yer değiştirmiş kimseler"e konfor sağlamak yerine, onlar için mümkün olabilen en fa,?-Ia konforsuzluğu icat etmek lâzım... Ardından da, Yahudiler'i hırpalamak için Haganah'a baş vuran bir yol izlemek gerek.

Kaynak: Alfred H. Lilienthal, What Price Israel,
Chicago, 1953, s. 194-195.

Bu tahrik ve hatta zorlama yönteminin hayli sayıda çeşitleri görülmüştür.

1940'ta, Hitler'in tehdidi altındaki Yahudildi Maurice Adası'na kabul ederek, onları kurtarmaya karar vermiş olan İngiltere'ye karşı kin ve öfke uyandırabilmek için, bu Yahudi\ ler'i taşıyan Patria adlı Fransız yük gemisi, 25 Aralık 1940'ta Hayfa limanına uğradığında, "Haganah" siyonistleri (ki liderleri

[83] Ben Gurion'du) bu gemiyi havaya uçurtmakta tereddüt etmediler. Böylece 252 Yahudi ve geminin İngiliz mürettebatmıölüme sürüklediler. 

Kaynak: Dr. Herzl Rosenblum, Yediot Aharanoth'un yazı is¸leri
müdürü 1958'de bu haberi yayımladı ve haber 1958 Kasım
ayında Jewish Newsletter N.Y. tarafından doğrulandı.

Yehuda Bauer, Haganah tarafından yapılan bu sabotajın gerçek olduğunu ve kurbanların sayısını, şu kitabında doğrular: Satılık Yahudiler, Ed. Liana Levi, Paris, 1996, s. 84.

Bir diğer örnek, Irak:

Yahudi cemaati (1948'de 110 bin kişi) ülkeye iyice yerleşip kök salmıştı. Irak Başhahamı Kheduri Sasson şu açıklamayı yapmıştı: "Yahudiler ve Araplar bin yıldan beri aynı hak ve imtiyazlara sahip oldular ve kendilerini bu milletten ayrı unsurlar olarak görmemektedirler."

Derken, 1950'de Bağdat'ta İsrail terörist eylemleri sökün etti. Irak Yahudileri'nin İsrail'e göç etmede çekingen davranmaları üzerine, İsrail gizli servisleri Yahudiler'i tehlikede olduklarına ikna etmek için, üzerlerine bomba atmakta tereddüt etmediler... Şem- Tov sinagoguna yapılan saldırıda, üç kişi öldü ve on kadar kişi yaralandı. Böylece "Ali Baba Harekatı" adıverilen toplu göç başladı. 

Kaynak: Ha'olam hazeh, 20 Nisan ve 1 Haziran
1966 ve Yediot Aharanoth 8 Kasım 1977
.

Burada söz konusu olan, Théodore Herzl'in Yahudi tarifini, dini yerine artık ırkıyla yapmasından bu yana sürdürülen bir doktrindir.

İsrail devletinin (ki Anayasası yoktur) "Dönüş Kanunu"nu (l950'nin 5710 sayılı yasa) belirleyen temel kanunun 4b maddesi aynen şöyledir: "Yahudi bir anneden dünyaya gelmiş veya Musevi dinine geçmiş kimse Yahudi olarak kabul edilir" (ya ırk kriteri ya da din kriteri). 

Kaynak: Klein: Yahudi Devleti, Ed. Dunod, Paris, s. 156.

 [84]

Bu anlayış Théodore Herzl'in temel doktrininin dosdoğru çizgisi içindeydi. "Hatıralar"ında (Diaries) bu konuda kendisi ısrarla durur. 1895'ten itibaren, bir Alman muhatabına (Speidel) şu açıklamada bulunur: "Antisemitizmi (Yahudi düşmanlığını) anlıyorum. Biz Yahudiler, hata bizim olmasa bile, çeşitli milletlerin içinde yabancı cisimler olarak kaldık.

Kaynak: Diaries, s. 9.

Bundan birkaç sayfa sonra daha da net konuşur: "Antisemitler bizim en emin dostlarımız, antisemit ülkeler muttefiklerimiz haline gelecekler.

Kaynak: Diaries, s. 19.

Gerçekten de siyonistler ile Yahudi düşmanlarının amacı birdi: Yahudileri bir dünya gettosu içinde bir araya getirmek.

Hadiseler Théodore Herzl'i haklı çıkardılar.

Dindar Yahudiler, tabii bu arada pek çok Hıristiyan, her gün "Gelecek yıl Kudüs'te" diye tekrarlayıp duruyordu. Onlar Kudüs'ü belli bir toprak parçası şeklinde değil, Allah'ın insanlarla Ahdi'nin ve bu Ahd'e layık olmak için gösterilen şahsi gayretin bir sembolü olarak algılıyorlardı. Fakat "Dönüş" ancak yabancı ülkelerden gelen antisemit tehditlerin itmesi altında meydana geldi.

31 Ağustos 1949'da, İsrail'i ziyaret etmekte olan bir grup Amerikalı'ya hitap ederken Ben Gurion şunları söylüyordu: "Bir Yahudi devleti kurma rüyamızı gerçekleştirmiş olmamıza rağmen, henüz işin başındayız. Bugün İsrail'de 900 bin Yahudi var, halbuki Yahudi halkının çoğunluğu hala dış ülkelerde bulunuyor. Gelecekteki vazifemiz bütün Yahudiler'i İsrail'e getirmektir".

Ben Gurion'nun hedefi, 1951-1961 arasında dört milyon Yahudi'yi İsrail'e getirmekti. Sadece 800 bin kişi geldi. 1960 yılında, bir sene içinde ancak 30 bin göçmen ayak bastı. 197576'da, İsrail dışına göç, gelen göçmen sayısını aşıyordu.

[85]

Romanya'da olduğu gibi, yalnızca büyük baskılar "Dönüş"e belli bir canlılık vermişti.

Hitler'in canavarlıkları bile Ben Gurion'un hayalini gerçekleştirmeyi başaramadı.

1935 ve 1943 yılları arasında yabancı ülkelere sığınmış Nazizmin Yahudi kurbanları arasında, sadece yüzde 8,5'u gidip Filistin'e yerleşti. Amerika Birleşik Devletleri onları kabul etmeyi 182 bin (yüzde 7'den daha az) ile, İngiltere ise 67 bin (yüzde 2'den az) ile sınırladı. Ezici çoğunluk, yani yüzde 75'i Sovyetler Birliği'ne sığındı. 

Kaynak: New-York "Institute for Jewish Affairs".
Zikredenler: Christophe Sykes, Crossroads to Israel, Londra,
1965 ve Nathan Weinstock, Siyonizm İsrail'e Karşı, s. 146.

Resmi tarihçilerin tarihle oynamalarının tipik bir örneği bize, Kudüs İbrani Üniversitesi'ndeki Çağdaş Yahudi Tarihi Enstitüsü üyesi Yehuda Bauer'in son kitabıyla verilmiştir. Onun kitabı, Satılık Yahudiler adını taşımaktadır. Kitabın alt başlığı ise şöyledir: "Naziler ile Yahudiler arasındaki görüşmeler. 1933-1945" Ed. Liana Levi, Paris, 1996. İngilizce'den tercüme eden Denis Authier. (Yale University Press, 1994).

Eser, kitabın 49 sayfasını dolduran 523 başvuru notu, bibliyografyası, endeksi vesairesiyle bütün dış görünüşü ilmi bir eserin bütün özelliklerini kendisinde taşıyor.

Sadece dış görünüşü itibariyle, çünkü aynı konuyu ele alan ve yazarın bilmemezlik edemeyeceği bazı eserlere (herhalde bu eserler onun savunduğu tezin aksini yazdıkları için) orada hiç yer verilmemiş. Yazar bu tezinde siyonist yöneticilerin en zavallı Yahudildi Hitler'in pençesinden kurtarmaya ne büyük gayret gösterdiklerini ispata çalışıyor. Halbuki söz konusu siyonist yöneticilerin bizzat kendileri bir seçme yapmaktaydılar (Bkz. yukarıda s. 67 ve 73, Tom Segev'in metinleri).

Ben Gurion'un tavrı ile ilgili delillerde, Bar Zohar tarafın

[86] dan yazılmış ve aslında övgü niteliğindeki Silâhlı Peygamber Ben Gurion, Ed. Fayard, 1966 ünlü biyografiye hiç gönderme yapılmamış, bibliyografya ve endeks kısmında da yer verilmemiş. Herhalde Ben Gurion'nun "Haavara"yı tasvibi, Filistin'e kabul edilecek Yahudiler konusunda seçmeci tavrı, Şamir'i "Hitler karakterinde biri" olarak görüp değer vermesi, bu kitabı Bauer'in tarih ufkunun dışına atmaya yetiyor.

Yad Vashem Studies'de zikredilmiş (c. 12, s. 189) olmasına rağmen, Yvon Gelbner'in çalışmalarından da, aynı sebeplerden ötürü, hiç bahsedilmiyor.

Oysa bu çalışmalar siyonist manevi ailesinin ürünleridir. Diğer bir çok bu tür "ihmaller" arasında, Tom Segev'in Yedinci Milyonu da bulunuyor. Halbuki Segev de çalışmalarını Kudüs ıbrani Üniversitesi'nde yürütmektedir. Hâlen de İsrail'in en büyük gazetesi Haaretz in fıkra yazarıdır.

Irgun Tzvai Leumi'ye ayrılmış 7 satır içinde (bir not bile düşülmemiş), 1944'te İngiltere'ye karşı bu teşkilatın düşmanlığından da hiç söz edilmiyor. Bu örgütün 1941'de Hitler'le işbirliği tekliflerine en ufak bir ima yok. O işbirliğini teklif edenler arasında yer almış olan Şamir'in adı da anılmıyor. (Hem de, "Naziler ile Yahudiler Arasındaki Görüşmeler"e hasredilmiş bir kitapta!)

Aynı meseleyi ve Eichmann'ın "Yahudi konseyleri"nin Naziler'le ilişkileri konusundaki çok sert yargılanışını ele alan Hannah Arendt'in Eichmann Kudüs'te adlı kitabı ne bibliyografyada yer alıyor ne de endekste. Varşova gettosu isyanının lider yardımcısı Marek Edelman'ın kitabı da öyle. Yehuda Bauer'in kitabının 352. sayfasında, sayılan "kahramanlar" listesinde tabii bu kişiden söz edilmiyor. Fakat Bauer'in ister istemez kabul ettiği gibi "Naziler'i adaletten saklamakla suçlanmış" ve Macaristan'ın en büyük silah fabrikasını, Weiss fabrikasını, Hitler yararına zaptetmiş olmasına rağmen, Kastner o kahramanlar listesinde yerini alıyor. Bauer, Hitler ile anlaşmaya

[87] oturmuş bu "müzakereciler"i bir bir sayar, fakat şu ilâvelerle "Hepsi de kahramandılar" (s. 352), "Hepsine karşı şükran borçluyuz" (s. 354). Buna karşılık, Hitler'in müttefiki Franco'ya karşı İspanya'nın Milletlerarası Tugaylar'ın gönüllülerinden, Fransa'daki M.O.I. direnişçilerine ve Varşova gettosu ayaklanması sırasında kahramanca ölenlere kadar, faşizme karşı mücadelede can vermiş Yahudi direnişçilere en ufak saygı sözüyok.

Fakat Hitler ile yapılan her görüşmeyi öven veya haklı çıkaran (ama önemli olanları hasıraltı eden) resmi tarihçilerden biri tarafından gerçeğin bu çarpıtmalarının bilimsel görüntülerinin de ötesinde, şu siyasi ve ahlaki peşin hükme ne demeli: Tek kahramanlar, Hitler ile müzakere yapanlardır! Ona karşı ellerinde silâhlarla direnmiş olanlar değildir!

Aynı şekilde, Hitler'e karşı dünya çapında boykot uygulanmasını öğütleyenler de "kahraman" değildir. Zaten Bauer, sadece Nazi Almanya'sı ile (boykot düşmanı "Haavara anlaşması" ile sağlanmış) Filistin arasındaki ekonomik alışverişI eri zikrederek bu boykotun stratejik önemini küçümsemektedir.

Kitabın hedefi, temel bir hakikati maskelemeye çalışmaktan ibarettir: Hitler'in hükümranlığı sırasında, siyonist yöneticilerin ana düşüncesi, Yahudildi Nazi cehenneminden kurtarmak değil, Théodore Herzl tarafından kurulmuş siyasi siyonizmin projesine uygun olarak, güçlü bir "Yahudi devleti" kurmaktı. Demek ki bu program, her türlü müzakere de göç için (kendisiyle birlikte sermaye veya teknik veya askerî yetenekler götürecek olan) "yararlı insan malzemesi" seçilmesini gerektiriyordu. Bir yük oluşturacak ve kalenin inşasına bir katkısı bulunmayacak en mahrum durumdaki (ihtiyarların, çaresiz göçmenlerin veya kamplarda fena muamele yüzünden hastalanmış) kimselerin kaderine ise acıyıp üzülmemeyi icap ettiriyordu.

[88]

Bauer'in kitabının ikinci ana tezi, Hitler'in savaşının "Yahudiler'e karşı bir savaş olduğu"na (s. 72) inandırmaktan ibarettir. Sanki o, öncelikle komünizme karşı bir savaş değildir. Sanki askerî gücünün önemli kısmını Doğu'ya sevketmemiştir. Sanki Hitler, iki cephede birden savaşmak zorunda kalmamak gayesiyle bütün Avrupa'nın hakimiyetini teminat altına almak için Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere ile "ayrı ayrı" barış yapmanın yollarını aramamıştır.

"Bütün tarihçiler Himmler'in bütün kuvvetlerini Bolşevik tehdidine hasretmek için Batı ile ayrı bir barış yapmayı tercih ettiği konusunda hemfikirdir" (Bauer, s. 167). "Von Papen, komünizme karşı set oluşturmak için ABD ile Almanya'nın müstakbel uzlaşmasına kesinkes inanıyordu" (Bauer, s. 189).

Siyonistler ile Naziler arasındaki "müzakereler"in hedefi de zaten bu idi; onun için, Bauer şu husus u itiraf etmek ve hatta sık sık hatırlatmak zorunda kalmıştır: Hitler Himmler'in siyonistler ile müzakereler yapmasına izin veriyordu.

"Himmler'in 10 Aralık 1942'de yazılmış şahsi bir notunda şöyle denilmektedir: "Führer'e bir fidye karşılığında Yahudiler'i salıvermek konusunda ne düşündüğünü sordum. O bana bu tür işlemleri tasvip etmem için tam yetki verdi" (Bauer tarafından zikrediliyor, s. 148).

Bu ekonomik ilişkilerin ve bu "değiş tokuşlar"ın daha derin bir siyasi sebebi vardı ki, Bauer'in kendisi de bunu itiraf etmektedir: "Batılı devletlerle temasa geçmek için Yahudi ticaret ağından yararlanmak" (Bauer, s. 283). Bu kaygı diğer bütün kaygılara egemendi, çünkü Naziler siyonist lobilerin Batılı yöneticiler üzerindeki ağırlığını biliyorlardı.

"Naziler biliyorlardı ki Ruslar'ın aksine, Ingiltere ve ABD hükümetleri Yahudiler'in kendi üzerlerinde yürüttü~leri baskılara maruz bir politik zaaf içindedirler" (Zikreden Bauer, s. 260).

Bu Hitlerci yöneticiler Yahudi düşmanlıklarını kolayca ikinci plana itebiliyorlardı: "1944 sonunda, Himmler'in Batı ile

[89] temas kurma ve bu maksatla diğerleri meyanında Yahudiler'den yararlanma arzusu apaçık bir hale gelmişti" (Bauer, s. 326).

Siyonist yöneticiler bu aracı rolünü çok güzel oynuyorlardı. Nisan 1944'te, Eichmann siyonist delege Brand'a 1 milyon Yahudi'ye karşılık hepsi de sırf Rus cephesinde kullanılacak LO bin kamyon verilmesi (Bauer, s. 227 ve 229) teklifinde bulundu.

Ben Gurion ve Moşe Şaret (Şertok) bu teklifi desteklediler. Hatta Ben Gurion Roosevelt'e "Avrupa Yahudileri'nin kurtarılması için bu biricik ve belki de en son şansın kaçırılmasına müsaade etmemesi" için şahsi bir çağrıda bile bulundu (Bauer, s. 265). Gaye belliydi: "Stratejik techizat karşılığında Yahudiler'i değiş tokuş etmek; dahası Batı ile diplomatik temasa geçmek; bu temaslar sonucu ayrı bir barış anlaşması imzalamak; hatta -asıl umut da bu idi- Almanlar ile Batılılar'ın Sovyetler'e karşı birlikte savaşmaları" (Bauer, s. 343).

Himmler'in amacı bu idi ve siyonist yöneticiler onun aracılık etme teklifini kabul ediyorlardı.

Amerikalılar ile İngilizler Sovyetler'i bu değiş tokuşlar konusunda bilgilendirdikleri zaman bu komplo başarısızlıkla sonuçlandı. Aslında bu değiş tokuşlar, Nazizm'e karşı bütün direnenlerden ve Nazizm'in bütün kurbanlarından öte, bizzat Yahudiler' e yönelik hakiki bir ihanet demek olurdu. Nitekim bizzat Bauer bunu itiraf etmek zorunda kalmıştır: "Nazi Almanya'sına karşı mücadelede Rusya'nın asıl rolü, müttefik sebata baş desteği vermiş olmasıdır. Wehrmacht Rusya'da Kızılordu tarafından bozguna uğratıldı. Gerçi, Fransa'nın 6 Haziran 1944'te işgalinin bu nihâî zafere katkısı olmuş,fakat bunda sonucu sağlayan kesin etken olmamıştır. Sovyetler olmasaydı, onların müthiş ıstırapları ve tarif edilmez kahramanlıkları olmasaydı, savaş daha senelera sürer ve belki de hakikaten kazanılamazdı" (Bauer, s. 347).

O halde, Bauer'in savunduğu o "kolektif bencillik"leri uğruna,

[90] Hitler'e sadece Rus cephesinde kullanacağı vaadine uygun olarak stratejik malzemeyi teklif eden kimseler hakkında ne düşünmeli? Siyonist yöneticiler ile Naziler arasındaki bu pazarlık başarıya ulaşsaydı, sembolü Auschwiti olan o sistem, cinayetlerine devam edebilirdi.

Üstelik de söz konusu olan "kollektif bencillik"ti ve bütün kitapta bu fikir savunulmaktadır.

Biz de Bauer'in ele alıp incelediği, siyonist yöneticilerin Naziler'le yaptıkları bütün müzakereleri kapsayan 1933-1945 dönemi ile yetinelim. Bu dönem, Hitler'in boykotunu kıran Haavara'dan kamyonlar meselesine kadar uzanmaktadır. Sözü edilen kamyonlar Nazi hayvanını Stalingrad'da öldüresiye yaralamış ve 1944'te Naziler'in ve uydularının 236 tümeninin ağırlığını taşımak zorunda kalmış kimselere karşı kullanılacaktı. Aynı sıralarda İtalya'daki Amerikan ordularına karşı AImanlar'ın sadece 19 tümeni karşı koyuyor ve diğer 64 tümen ise Fransa'dan Norveç'e kadar dağıtılmış bulunuyordu. Ve böyle bir durumda yapılan o "müzakereler" Bauer'den alkış almaktadır!

Çünkü, başından sonuna kadar, siyonist yöneticiler (ki bunların, 1941 yılında Hitler'e işbirliği teklifi yapan Şamir gibi kişiler de dahil, hepsi İsrail'de iktidar koltuğuna oturmuşlardır) Filistin'de güçlü bir devlet kurmaktan başka bir şey düşünmüyorlardı. Onlar "yararlanılabilir bir insan malzemesi", ikinci derecede de daha az etkili Yahudiler'i, oraya getirme peşindeydiler. Buna karşılık, Hitler'e karşı direnen bütün toplumların imdadına koşmak için üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmeyi hiçbir zaman düşünmediler. Sanki Naziler'in Yahudiler'den başka düşmanları ve kurbanları yoktu; sanki sadece ve sadece Yahudiler'e yardım etmek gerekiyordu.

Hitlerciliğin kurbanı 50 milyonu n ıstıraplarını bu bilmezlikten geliş ve sırf Yahudiler için, hem de hepsi için değil de, öncelikle Filistin'de güçlü bir devletin kurulmasına yardım

[91] edebilecek olan Yahudiler lehine yardım yapma çağrısı karşısında, nihayet İngilizler bile öfkelenmekten kendilerini alamadılar.

"Dünya Yahudi Kongresi'nin Londra heyeti, Papa ve Batılı devletlerin ortak bir bildiri yayımlamaları teklifinde bulunduğu zaman, Ingiliz Dışişleri Bakanlığı'ndan bir yetkili şu uyarıda bulundu: Biz bu adamların aletleri mi olacağız? Papa, öncelikle bizim ülkemize karşı yangın bombalarının kullanılışını kınayacak yerde, niçin Macar Yahudileri'nin imha edilişini kınayacakmış?"

(Zikreden Bauer, s. 393).



[1] Abraham Lincoln Tugayı'nın Amerikalılarının yüzde 30'undan fazlası Yahudi idi. Siyonist basın bunları kınıyordu, çünkü onlar Filistin'e gelmek yerine Ispanya'da savaşıyoriardı. Dombrovski Tugayı'nda, 5000 Polonyalı'dan 2250'si Yahudi idi. Antifaşist güçlerle birlikte dünyanın bütün cephelerinde savaşan bu kahraman Yahudiler'e karşılık, siyonist yöneticilerin Londra'daki temsilcisi "Yahudiler antifaşist hareketlere katılmalılar mı?" başlıklı bir makalesinde, "Hayır!" diyordu ve tek hedefi belirliyordu: "İsrail diyannın kurulması" (Kaynak: Jewish Life, Nisan 1938, s. 11).



[ 1 ] [ 2 ] [ 3 ] [ 4 ] [ 5 ] [ 6 ] [ 7 ] [ 8 ]

[ PDF ]

——————————————————————